Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî Bağlamında Cessâs’ın Tahâvî’ye İtirazları

Öğr. Gör. Ömer Korkmaz 2024-10-01

Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî Bağlamında Cessâs’ın Tahâvî’ye İtirazları

Öz:

Tahâvî, Hanefî mezhep imamlarının görüşlerini özetleyen ilk muhtasar fıkıh kitabının yazarıdır. Bu kitabında Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed Şeybânî’nin görüşlerini nakletmiş ve bu hususta selefin görüşlerini en iyi bilen kimse olarak nitelendirilmiştir. Cessâs da Tahâvî’nin ilgili kitabını şerh etmiş ve kitabında Tahâvî’nin Hanefî mezhebi imamlarının görüşlerini nakletme hususunda güvenilir bir âlim olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Cessâs, Tahâvî tarafından Hanefî imamlara nispet edilen bazı görüşlere itiraz ederek genellikle “بسديد ليس) “doğru değil), “معنى ال) “anlamsız/anlamı yok) ve “غلط “ (yanlış/hata) ifadeleriyle onun hata ettiğini ifade etmektedir. Hanefî mezhebi içerisinde mezhebin usûl ve fürû görüşlerinin sonraki dönemlere aktarılmasında çok önemli rolü olan iki âlimin eserlerinde mezhep imamlarına nispet edilen görüşlerde farklılık olması dikkat çekicidir. Aynı zamanda bu görüşlerden hangilerinin sonraki dönemlerde yazılan fıkıh kitaplarında yer aldığı sorusu da ayrı önemi haizdir. Bu çalışmada Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî eseri bağlamında Cessâs’ın temel ibadetlerle ilgili Tahâvî’ye yaptığı itirazlar değerlendirilerek sonraki dönemlerde fıkıh kitaplarında hangi görüşlere yer verildiği tespit edilmeye çalışılacaktır.

GİRİŞ

İslâm tarihinde mezhebin kurucu imamlarının görüşlerini aktaran ilk eserler ve onların müellifleri önemli kabul edilmiş ve sonraki dönemlerde yazılan birçok eseri doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir. Aynı zamanda bu eserler üzerine ihtisar, şerh ve yeniden tasnif şeklinde birçok çalışma yapılmıştır. Hanefî mezhebi söz konusu olduğunda Ebû Caʻfer etTahâvî (ö. 321/933) ile Ebû Bekr el-Cessâs (ö. 370/981) mezhebin ilk eserlerini yazan âlimlerden sayılmaktadır. Tahâvî mezhebin kurucu imamlarının görüşlerini özetleyen ilk muhtasar1 eseri kaleme almış, İmam Muhammed’in (ö. 189/805) el-Câmiʻu’s-sağîr ve elCâmiʻu’l-kebîr’ine şerhler yazmış ve Hanefî mezhebinin görüşlerinin hadisle temellendirilmesine yönelik eserler ile Hanefî fıkıh literatürüne önemli katkılar sağlamıştır. Cessâs da başta el-Câmiʻu’s-sağîr ve el-Câmiʻu’l-kebîr olmak üzere İmam Muhammed’in kitaplarına şerhler yazmış, Hanefî mezhebine ait günümüze ulaşan ilk fıkıh usûlü kitabını telif etmiş ve bu usûl kitabında Hanefî mezhebinin kurucu imamlarının ve onların öğrencilerinin fıkıh usûlü anlayışlarını sonraki dönemlere aktarmıştır. Tahâvî Muhtasar adlı fıkıh kitabının mukaddimesinde Hanefî mezhebine ait önemli gördüğü fıkhî konuları bir araya getirdiğini ve Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed Şeybânî’nin görüşlerini naklettiğini ifade etmektedir. Nitekim sonraki dönemde yazılan eserlerde de Tahâvî’nin Muhtasar’ının “Hanefî imamlardan muteber rivayetleri nakleden” ve “rivayet itibariyle en sahih eserlerden olduğu” vurgulanmaktadır. Ayrıca Tahâvî, Kâsânî tarafından selefin görüşlerini en iyi bilen âlim olarak tanıtılmaktadır. Cessâs da Tahâvî’nin Hanefî mezhebi imamlarının görüşlerini nakletme hususunda güvenilir bir âlim olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Cessâs, Tahâvî tarafından Hanefî imamlara nispet edilen bazı görüşlere itiraz etmekte ve Tahâvî’nin yanlış nakilde bulunduğunu söylemektedir. Bu değerlendirmeyi yaparken bazen hatanın kâtipten kaynaklandığını, bazen de mezhebin usûlüne göre kıyas yaparak bu sonuca ulaşmış olabileceğini belirtir. Cessâs Tahâvî’ye itiraz ederken çoğunlukla üç ifadeyi kullanmaktadır. Bunlar “بسديد ليس “ (doğru değil), “معنى ال) “anlamsız/anlamı yok) ve “غلط) “yanlış/hata) ifadeleridir. Bu çalışmada Cessâs’ın ibadetler bölümünde Tahâvî’ye yaptığı itirazlar değerlendirilerek sonraki dönemlerde fıkıh kitaplarında hangi görüşlere yer verildiği tespit edilmeye çalışılacaktır.

1. Namazda İstihlâf

İstihlâf kelimesi sözlükte “yerine birini geçirmek, halef bırakmak” anlamına gelir. İmamın namaz kıldırırken bir mazeret sebebiyle imamlığı başkasına bırakması istihlâf terimiyle ifade edilmiştir. İmamın bir mazeret nedeniyle namaza devam edememesi halinde yerine birini geçirerek namazın bu kişi tarafından tamamlanması İslam hukukçularının çoğunluğuna göre caizdir. Ancak hangi sebeplerle imamın yerine birisini geçireceği ve hangi şartların gerektiği hususunda mezhepler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Hanefî mezhebine göre abdesti bozulduğu zaman yahut namazın rükünlerinden birini eda edemeyecek hale geldiği zaman imam namazı kaldığı yerden tamamlaması için yerine birini geçirebilir. Zira cemaatin namazının korunması bu şekilde mümkün olur. İmam yerine birini geçirmeden ya da -kendiliğinden ya da cemaatin takdimiyle- yerine birisi geçmeden önce imamın camiyi terk etmemesi ve cemaati imamsız bırakmaması gerekir. Eğer yerine biri geçmeden camiyi terk ederse bu durumda cemaat yarıda kalan namazı münferid olarak kendi başına tamamlayamaz ve hepsinin namazı bozulmuş olur. Namaz kıldırmak için yerine biri geçmeden camiyi terk ettiğinde imamın namazının ne olacağı ile ilgili İmam Muhammed’in Kitâbu’l-Asl’ında bir bilgi bulunmamaktadır. Nitekim Kâsânî de Kitâbu’l-Asl’da imamın namazının bozulup bozulmayacağına dair açıklamanın olmadığını belirtmektedir. Ancak Tahâvî ise Muhtasar’ında imamın namazının da bozulacağını söylemektedir. Tahâvî’nin kitabında yer verdiği nakli zikreden Serahsî ve Kâsânî, imamın namazının bozulmasının gerekçesini “yerine biri geçmeden imamın camiyi terketmesi cemaatin namazının bozulmasına neden oluyorsa, bu durum imamın namazının bozulmasına evleviyetle neden olur” şeklinde açıklamaktadırlar. Bununla birlikte onlar sahih olan görüşün imamın namazının bozulmaması yönünde olduğunu da ilave ederler.  Tahâvî’nin imamın namazının bozulacağı yönündeki görüşünün sonraki dönemlerde de tartışıldığı görülmektedir. Ayrıca konuyla ilgili yapılan iki rivayetin sahih olduğuna dair görüşler de nakledilmektedir. Örneğin Şürünbülâlî’nin ifadesine göre Kâdîhân iki rivayetten sahih olanın -Tahâvî’nin dediği gibi- imamın namazının bozulması olduğunu söylemektedir. Ayrıca Zahîriyye’de Serahsî ve Kâsânî’nin söylediği gibi sahih olanın imamın namazının bozulmaması olduğu zikredilir. Cessâs, Tahâvî’nin imamın namazının bozulacağına dair rivayet ettiği görüşün yanlış olduğunu belirtir. Zira Cessâs’a göre Hanefî mezhebi imamlarının görüşü, bu durumda imamın namazının bozulmayacağı yönündedir. Çünkü imamın namazı cemaatin namazına bağlı değildir. Cemaatin namazının bozulması ise onların namazının imamın namazına bağlı olması nedeniyledir. İmam, yerine başkası geçmeden camiden çıktığı zaman cemaat iftitâh tekbiriyle imama bağlanmış olan namazlarında muktedî iken münferid olmuş olur. Halbuki muktedî olarak başlanmış bir namazı münferid olarak tamamlamak caiz değildir. Cessâs’ın ifadesine göre imamın namazı cemaatin namazına bağlı değildir. Nitekim imama uyan kişiler namazlarını bozmuş olsalar onların bozması nedeniyle imamın namazı bozulmaz. Aksine imamın namazı bozulursa cemaatin namazı da bozulur. İslam hukukçularının Tahâvî’nin rivayet ettiği görüşü temel almalarına rağmen Cessâs’ın konuyla ilgili itirazını dile getirmemeleri dikkat çekicidir. Bu Cessâs’ın kitabının o dönemde mütedâvil olmadığını gösterebilir. Ayrıca fıkıh meselelerinin detaylı işlendiği, fıkhî hükümlerin delillerinin ayrıntılı bir şekilde ele alındığı geniş eserlerde Tahâvî’nin görüşlerine sık sık başvurulmasının da etkisi olduğu düşünülebilir.

2. Ramazan Hilâlinin R ’yetinde Şahitlik Meselesi

Müslümanlara Kur’ân’ın açık ifadesiyle farz kılınan oruç, ramazan ayının girmesiyle ayın sonuna kadar tutulan ve hac ve zekât gibi vakti ay hesabı dikkate alınarak belirlenen bir ibadettir. Dolayısıyla orucun başlangıcı ve bitişi için hilâlin görülmesi esastır. Bu sebeple ramazan orucunun eda edilebilmesi için Şaban ve Ramazan aylarının yirmi dokuzuncu günlerinin akşamı güneş battıktan sonra hilâlin araştırılması İslam hukukçularının çoğunluğuna göre vâcip, Hanbelîlere göre ise müstehaptır. Araştırma sonucunda ramazan hilâlinin görülmesi halinde Müslümanlar oruç tutarlar. Hanefîlere göre hilâl gözetlendiği halde görülmezse ya da hava kapalı olursa şaban ayı otuz güne tamamlanır. Havanın kapalı olduğu durumlarda hilâlin tespiti için ergin, akıllı, hür veya köle, erkek veya kadın dinî hükümlere açıkça saygısızlığı bilinmeyen (mestûru’l-hâl) tek adil bir müslümanın şahitliği/haberi yeterlidir. Ramazan hilâlini gören kimsenin şehadet lafzını kullanması gerekmediği gibi hâkimin hükmü de şart değildir. Bu husus dini bir konu olduğu için adaletten başka ilave bir durum şart koşulmamıştır. Hanefî fıkıh kitaplarında verilen bilgiler kısaca yukarıdaki gibidir. Hanefî mezhebi imamlarının fikirlerine dair ilk özet eser kabul edilen el-Muhtasar’da Tahâvî de konuya yer vermektedir. Ancak Tahâvî, ramazan hilâlinin görülmesi hususunda müslüman tek erkek ya da kadının şahitliğinin kabul edileceğini söylemektedir. Ayrıca ona göre bu şahidin adil olması ya da olmaması önemli değildir. Cessâs, ramazan hilâlinin görülmesi hususunda Tahâvî’nin “şahit adil olsun ya da olmasın” ifadesinin doğru olmadığını ifade etmektedir. Zira Cessâs’ın belirttiğine göre Hanefî mezhebinin görüşü “ramazan hilâlinin görülmesi hususunda sadece adil kimsenin şahitliği kabul edilir” şeklindedir. Nitekim konuyla ilgili kölenin, kazif suçundan ceza almış kişinin ve kadının şahitlikleri dinlerinde adil olmaları kaydıyla kabul edilebilir. Çünkü bu husus dini bir konudur ve dini konularda sadece adil kişinin haberi kabul edilir. Cessâs, Tahâvî’nin ramazan hilâlinin görülmesiyle ilgili “hilâli şehir dışında gördükten sonra (görmesi şartıyla)” ifadesini de anlamsız bulur. Zira bu hususta Hanefî mezhebinin ilkesi hava açık olduğu (havada bir illet bulunmadığı) zaman tek kişinin haberinin kabul edilmemesidir. O kişinin şehirde ya da şehir dışında olması bir anlam ifade etmez. Aynı şekilde Hanefî mezhebine göre hava kapalı olduğu zaman tek kişinin haberi kabul edilir. Bu durumda da yine o kişinin şehirde ya da şehir dışında olmasının bir anlamı yoktur.

3. Çocuğun Hac İçin İhrama Girmesi

Hz. Allah (c.c.) gücü yetenlerin hac ibadetini yerine getirmesinin Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkı olduğunu belirtmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) de haccın İslâm’ın beş şartından birini teşkil ettiğini haber vermiştir. İslâm âlimleri de gücü yeten kimsenin ömründe bir defa hac yapmasının farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre hac ibadeti kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olan en kuvvetli farzlardan biridir. Tüm ibadetlerde olduğu gibi bir kimseye haccın farz olması ve sahih bir şekilde yerine getirilebilmesi için İslâm hukukçuları tarafından bazı şartlar öngörülmüştür. Bu şartların başında bir kimseye haccın farz olabilmesi için onun müslüman, âkıl, bâliğ ve hür olması yer almaktadır. Ayrıca hac görevini de yapma imkân ve kudretine sahip olması gerekir. Bâliğ olmak bir kimseye haccın farz olmasının şartlarından olduğu için ergin olmayan çocuğun yaptığı haccın sahih olmadığı, hac için ihrâma girmiş olsa bile bu haccının farz hac yerine geçemeyeceği belirtilmiştir. Hatta bir çocuk hac niyetiyle ihrama girdikten sonra Arafat’ta vakfe yapmadan önce bâliğ olsa aynı ihramla Arafat’ta vakfe yaparsa farz olan haccı eda etmiş olmaz. Ancak ihrama tekrar girerse bu durumda farz olan haccı eda etmiş olur. Çünkü çocuk bâliğ olmadan ihrama girdiği için nafile haccı eda etmek için ihrama girmiş olur, bu ise artık farza dönüşmez. Nitekim nafile hac için ihrama giren kimse farz olan haccı eda etmiş olmaz.38 Tahâvî’nin el-Muhtasar’ındaki ifadesine göre hac için yola çıkan “küçük çocuk” veya bâliğ kimseler hacca başlamak için telbiye getirmekten ya da haccın ihram dahil diğer fiillerini eda etmekten aciz olduklarında bu fiilleri onların adına niyâbeten başkalarının yerine getirmesi Ebû Hanîfe’ye göre sahihtir ve geçerli olur. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ise ihrama girmenin hâricindeki diğer fiiller niyâbeten geçerli olur. Çünkü ihramın sadece hac için ihrama girmek isteyen kişi adına yapılması sahih olur. Cessâs, Tahâvî’nin “küçük çocuk” ifadesinin doğru olmadığını belirtmektedir. Zira Cessâs’a göre küçük çocuğun hiçbir durumda ihramlı olamayacağı hususunda Hanefî imamlar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Babasının onun adına ihrama girmesi de durumu değiştirmez. Eğer küçük çocuk ihramı akledecek yaşta olması nedeniyle ihrama kendi girse bile ihramı sahih olmaz. Hatta bir çocuk hac için ihrama girdikten sonra Arafat’ta vakfe yapmadan önce bâliğ olsa ihramını yenilemezse ihramlı olmamış olur. Dolayısıyla farz olan haccı eda etmiş olmaz. Şu kadar var ki bu durumda ihramını yenileyip Arafat’ta vakfe yaparsa farz olan haccı eda etmiş olur.

4. Hac İbadetini Yerine Getirenlerin Kestiği Hedy Kurbanı

Hac ibadeti eda edilme şekli bakımından ifrad, temettuʻ ve kırân şeklinde üç kısma ayrılır. İfrad haccı umre yapmaksızın sadece hac ibaretini yerine getirmek suretiyle eda edilir. Temettuʻ haccında umre ile hac ibadeti birlikte eda edilir. Ancak umre yaptıktan sonra ihramdan çıkılır ve aynı dönemde tekrar hac için ihrama girilir. Kırân haccında ise hem umreye hem hacca niyet edilerek ihrama girilir ve tek ihramla umre ve hac ibadeti tamamlanır. Temettuʻ ve kırân haccı yapan kimselerin hedy ismi verilen bir kurban kesmeleri vaciptir. Hanefîlere göre bu kurban tek seferle hac ve umre olmak üzere iki ibadet yapılmasına şükür olarak kesilirken, Şâfiîlere göre iki sefer yapılması gerekirken birini terk ettiği için ceza olarak kesilir.Hedy sözlükte “yol göstermek, izinden gitmek; göndermek, hediye etmek” gibi anlamlara gelir. Fıkıh terimi olarak hac ve umre yapanların Harem’de kestikleri kurbanlık hayvanları ifade eder. Hac ve umre yapmayanların Kurban Bayramı’nda kestikleri kurbana ise udhiyye denir. Nâfile ve vâcip olmak üzere ikiye ayrılan hedy kurbanının -yukarıda da geçtiği gibi- temettuʻ ve kırân haccı yapanlar tarafından kesilmesi vâciptir. Bu kimseler eğer kesecekleri bir kurban bulamazlarsa bu durumda oruç tutmaları gerekir. Temettuʻ ve kırân haccı yapan kimseler kesecekleri hedy kurbanı bulamadıkları takdirde üç günü Harem’de yedi günü ise döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutmaları gerekir. Harem’de tutulan üç günün sonuncusunun Arife günü olacak şekilde tutulması tavsiye edilmiştir. Hedy kurbanı bulamadığı için oruca başlayan kimsenin daha sonra kurban temin ettiğinde nasıl hareket edeceği ile ilgili mezhepler arasında tartışmalar bulunmaktadır. Hanefî mezhebi söz konusu olduğunda hedy kurbanı bulamayıp Harem’de tutulması gereken üç gün oruca başlayan kimse için muhtelif seçenekler söz konusudur. Bu kimse oruca başladıktan sonra hedy kurbanını temin ettiğinde ya orucunu tamamlamış olur ya da tamamlamamış olur. Hedy kurbanını kesme imkânı bulduğunda orucunu tamamlamamış olursa orucu batıl olur ve hedy kurbanını kesmesi gerekir. Orucunu tamamlamış olmakla birlikte Kurban Bayramının birinci gününden önce hedy kurbanını kesme imkânı bulmuşsa veyahut halen kurbanın kesilebildiği günlerin içinde olup henüz tıraş olarak ihramdan çıkmamışsa orucu batıl olur ve hedy kurbanını keserek ihramdan çıkması gerekir. Hedy kurbanını kesme imkânı bulduğunda orucunu tamamlamış ve yedi gün oruca başlamadan önce tıraş olarak ihramdan çıkmış olursa orucu sahih olur ve hedy kurbanı vâcip olmaz. Yine orucunu tamamlamış olmakla birlikte tıraş olarak ihramdan çıkmamışsa ve kurbanın kesilebileceği günler de geçmişse hedy kurbanını kesme imkânı bulmasının bir anlamı olmaz. Bu durumda orucu geçerlidir ve hedy kurbanı sorumluluğu kalmamıştır. Tahâvî Hanefî mezhebinin görüşü olarak şunları zikreder: “(Temettuʻ veya kırân haccı yapıp hedy kurbanı kesemeyen) bir kişi oruca başladıktan sonra daha orucu tamamlamadan ya da tamamlayıp ihramdan çıkmadan hedy kurbanı bulsa, bu durumda o kurbanı keser ve hedy kurbanı ile ihramdan çıkmış olur. Bu kimse için bundan başka seçenek yoktur”. Cessâs, orucunu tamamladıktan sonra ihramdan çıkmadan hedy kurbanı bulan kimse için Tahâvî’nin “bu durumda o kurbanı keser ve hedy kurbanı ile ihramdan çıkmış olur. Bu kimse için bundan başka seçenek yoktur” şeklinde mutlak ifade kullanmasının doğru olmadığını söyler. Zira Cessâs, Hanefî imamlara göre orucunu tamamlamış olan kimse tıraş olarak ihramdan çıkmamış olsa dahi kurbanın kesilebileceği günler geçmişse onun orucu sahih/tam olur. Bu durumda hedy kurbanı sorumluluğu kalmamıştır. Hanefî âlimler ihramdan çıkmayan kimsenin orucunun bozulması için onun kurbanın kesilebildiği günlerde hedy kurbanını bulmasını şart koşarlar. Eğer bu günler geçmiş olursa ihramdan çıkmamış olsa dahi orucu sahih olur ve bundan sonra geçersiz kabul edilemez. Dolayısıyla orucunu tamamlamış olan kimsenin kurban kesilebilen günler geçtikten sonra hedy kurbanını kesme imkânı bulması durumunda orucu sahih kabul edilerek hedy kurbanı sorumluluğunun bulunmadığının belirtilmesi gerekirken, Tahâvî’nin bu kişiyi de içerecek şekilde mutlak ifadeler kullanması Cessâs’a göre doğru değildir.

5. Safâ ile erve Arasında aʻy

Safâ ile Merve arasında saʻy etmek Hanefîlere göre haccın vâciplerindendir. Diğer mezheplere göre ise haccın farzlarından kabul edilmektedir. Hac için Mekke’ye varan kimse mümkünse gusül abdesti alarak hemen Mescid-i Harâm’a gider ve Hacerülesved’e doğru yönelerek onu selamlar -ki buna istilâm denir- ve tavafa başlar. Hacı adayı umreye niyet etmişse veya haccın saʻyini yapmak istiyorsa Kâbe’nin hemen yakınında bulunan Safâ’ya çıkar ve saʻye başlar. Saʻy Safâ ile Merve tepecikleri arasında gidip gelmek suretiyle yapılır. Safâ ile Merve arasında yapılan her yürüyüş bir şavttır. Saʻy Safâ’da başlar, Merve’de sona erer. Dolayısıyla dört gidiş ve üç gelişle toplam yedi şavt olarak saʻy tamamlanmış olur. Tahâvî saʻy konusunu anlatırken şöyle söylemektedir: “Hac ya da umre yapan kişi Safâ’nın kapısından ya da kolayına gelen yerden Safâ tepesine çıkar ve Kâbe’yi göreceği bir yerde durur. Allah’a hamdeder, tekbir ve tehlîlde bulunur, Hz. Peygamber’e salâtüselâm getirerek dilediği şekilde dua eder. Sonra Safâ tepesinden yürüyerek iner ve iki yeşil direği geçerek vadinin içerisinde saʻy eder. Daha sonra Merve tepesi üzerinde durur ve Safâ tepesinde yaptığı gibi tekbir, tehlîl, hamd ve salâtüselâm getirerek dilediği şekilde dua eder. Her seferinde Safâ’da başlayıp Merve’de bitirmek suretiyle bunu yedi defa tekrar eder”. Yukarıdaki paragrafta görüldüğü üzere Tahâvî saʻyin her seferinde Safâ’dan başlanarak Merve’de bitirileceğini ve bunun da yedi defa tekrar edeceğini belirtmektedir. Dolayısıyla Tahâvî’nin bu ifadesinden her defasında Safâ’dan başlanıp Merve’ye varılacağı Merve’den tekrar Safâ’ya dönüleceği ve Safâ’dan tekrar başlanacağı öngörülmektedir. Bu durumda sanki saʻy toplamda on dört şavttan oluşuyormuş gibi anlaşılmaktadır. Cessâs Tahâvî’nin bu ifadesinin yanlış olduğunu belirtmektedir. Zira Tahâvî’nin bu ifadesine göre saʻy on dört şavt olarak yapılmaktadır. Zira kişinin Safâ’dan Merve’ye gelmesi bir şavt, Merve’den Safâ’ya dönmesi ise bir diğer şavttır ve kişinin bu şekilde yedi şavt yapması gerekir. Muhtemelen Tahâvî, ilk şavta Safâ’dan başlar ve sonuncusunu ise Merve’de tamamlar, demek istemiştir. Nitekim İmam Muhammed’in Menâsik kitabında da konu bu şekilde zikredilmiştir. Cessâs’ın konuyu anlatım şeklinden Tahâvî’nin verdiği bilgide bir hatanın bulunmadığı düşüncesinde olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen Cessâs’ın Tahâvî’ye hata nispet etmesi Tahâvî’nin konuyu yanlış ifade etmesinden kaynaklanmaktadır.

 SONUÇ

Tahâvî, Hanefî mezhep imamlarının görüşlerini özetleyen ilk muhtasar fıkıh kitabını yazarak Hanefî mezhebinin görüşlerinin sonraki dönemlere aktarılmasında önemli rol üstlenmiştir. Cessâs da bu kitabı şerh ederek usûldeki konumuna benzer şekilde fürû-i fıkhın nakledilmesine katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte Tahâvî ile Cessâs Hanefî mezhep imamlarına nispet edilen bazı görüşlerde ihtilaf etmişlerdir. Cessâs Tahâvî’nin mezhep imamlarından yaptığı bazı nakillerin doğru olmadığını (بسديد ليس(, yanlış (غلط (ya da anlamsız ( ال معنى (olduğunu ifade etmiştir. Cessâs, Tahâvî’yi birçok yerde hataya nispet etmekle birlikte bu araştırmada temel ibadetler noktasındaki itirazları ele alınmıştır. Bu bağlamda namazda imamın abdestinin bozulduğu yahut namazı eda edemeyecek hale geldiği zaman yerine birini geçirmesi demek olan istihlâf konusunda Cessâs Tahâvî’nin rivayetinin doğru olmadığını söylemiştir. Sonraki dönemde yazılan birçok fıkıh kitabında da Cessâs’ın -ismi geçmemekle birlikte- rivayet ettiği görüşün sahih olduğu kabul edilmiştir. Cessâs, Tahâvî’nin ramazan hilâlinin görülmesi hususunda yapılan şahitlikle ilgili rivayet ettiği görüşün de aynı şekilde doğru olmadığını belirtmektedir. Tahâvî adil olmayan tek kişinin şahitliğinin geçerli olacağı söylemekte, Cessâs ise bunu kabul etmemektedir. Bu konuda da Cessâs’ın naklettiği görüşün sonraki dönemlerde yazılmış fıkıh kitaplarında Hanefî mezhebinin görüşü olarak yer aldığı görülmüştür. Tahâvî’nin küçük çocuğun ihrama girmesiyle ilgili olarak söylediklerini de Cessâs doğru bulmamıştır. Zira Cessâs’ın belirttiğine göre mezhebin görüşü çocuğun ihramının sahih olmadığıdır. Aynı şekilde Cessâs, temettu‘ ve kırân haccında hedy kurbanı yerine oruç tutan ve orucunu tamamlamış olan kimsenin kurban kesilebilen günler geçtikten sonra hedy kurbanını kesme imkânı bulması durumunda ne yapılacağı ile ilgili olarak Tahâvî’nin verdiği bilgiyi eleştirmektedir. Bu kişinin orucunun sahih kabul edilerek hedy kurbanı sorumluluğunun bulunmadığının belirtilmesi gerekirken, Tahâvî’nin bu kişiyi de içerecek şekilde mutlak ifadeler kullanması Cessâs’a göre doğru değildir. Cessâs, Safâ ile Merve arasında yapılacak sa‘y ile ilgili Tahâvî’nin söylediklerinin yanlış olduğunu söylemiştir. Ancak Cessâs’ın konuyu anlatım şeklinden Tahâvî’nin verdiği bilgide bir hatanın bulunmadığı düşüncesinde olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen Cessâs’ın Tahâvî’ye hata nispet etmesi Tahâvî’nin konuyu yanlış ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. 

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0