Sadrüşşehîd: Hayatı, Eserleri ve İlmî Kişiliği
Öğr. Gör. Abdulhalik Uygur 2024-09-30

Özet
Sadrüşşehîd lakaplı Ömer b. Abdülazîz b. Ömer b. Mâze el-Buhârî (ö. 536/1141) Karahanlıların son dönemlerinde Selçukluların himayesindeki Buhâra’da yetişmiş bir fakihtir, aynı zamanda bir devlet adamıdır. Sadrüşşehîd’in mensup olduğu Burhan ailesi Buhara’da bir nevi Şeyhülislamlık müessesesi olan sadırlık makamını bir buçuk asır elinde tutmuşlardır. Önemli bir Hanefî âlimi olan Burhânuddin Abdülazîz b. Mâze 518 (1124) senesinde vefat edince oğlu Sadrüşşehîd onun yerine geçmiş ve bu görevi on sekiz sene sürdürmüştür. Bıraktığı yirmiden fazla önemli eserleri ve yetiştirdiği birçok talebleri ile islâm ilim ve kültür âlemine büyük katkılarda bulunan Sadrüşşehîd 5 Safer 536 (9 Eylül 1141) tarihinde Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in (ö. 552/1157) Karahıtaylara karşı girdiği meşhur Katvân Savaşı’nda şehit düşmüştür. Sadrüşşehîd’in bıraktığı eserlerinin çoğu günümüze ulaşmış ise de birçoğu hâla yayımlanmamıştır. Çalışmamızda eserlerinin bulunduğu kütüphaneler tespit edilip, içeriği hakkında bilgi verildiği gibi yanlışlıkla Sadrüşşehîd’e nispet edilen eserler hakkında da detaylı bilgi verilmiştir. Ayrıca Sadrüşşehîd’in İlmî kişiliği ve Hanefî fakihler nezdindeki yerinin tespiti için yaptığımız araştırma sonucu Sadrüşşehîd, Kemalpaşazâde’nin (ö. 940/1533) Hanefî fakihlerinin mezhep içindeki konumunu ortaya koymak için yaptığı Hanefî fakihleri tasnifine göre üçüncü tabakada, yani “meselede müçtehitler” tabakasında yer alması gerektiği ortaya çıkmıştır
GİRİŞ
Türkistan coğrafyası, İslam’la tanıştıktan hemen sonra yeni kabul edilen bu dinin kültürel değerlerine, İslam medeniyetine ve ilimlere önemli katkılar sunmuştur. Özellikle burada tefsir, kelam, fıkıh, felsefe, müzik, Arap dili ve edebiyatı sahalarında ortaya konmuş eserlere dikkat çekmek gerekir. VI. (XII.) asrın başlarına geldiğimizde bu coğrafyada fıkıh alanında yapılan çalışmalar nitelik ve nicelik bakımından İslam âleminde bu alana en üst düzeyde katkı yapan bir noktaya ulaşmıştır. Bu alandaki önemli çalışmalardan bazıları Sadrüşşehîd lakabıyla tanınan Ömer b. Abdülazîz b. Ömer b. Mâze el-Buhârî’ye (ö. 536/1141) aittir. Mezhep imamlarının görüşlerini veya ihtilaflı konulardaki tercihlerini aktaran birçok Hanefî fıkıh eserinin ve fetvâ mecmuasının Sadrüşşehîd’in eserleri ve tercihlerine çokça atıfta bulunduğu tespit edilmiştir. Mesela Kādîhan (ö. 592/1196) meşhur eseri Fetâvâ Kādîhân’da, Sadrüşşehîd’in talebelerinden biri olan elHidâye adlı meşhur eserin müellifi Burhâneddin el-Mergīnânî (ö. 593/1197) etTecnîs ve’l-mezîd adlı eserinde, Sadrüşşehîd’in yeğeni Burhânuddin el-Buhârî (ö. 616/1219?) el-Muhîtü’l-Burhânî adlı meşhur eserinde,3 Tâhir b. Ahmed elBuhârî (ö. 542/1147?)4 Hulâsatü’l-fetâvâ’da,5 Bedreddin el-Aynî (ö. 855/1451) el-Binâye’de,6 İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) Fethu’l-kadîr’de,7 İbn Nüceym (ö. 970/1563) el-Bahrü’r-râik’ te8 ve İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) Reddü’l-muhtâr’da Sadrüşşehîd’in görüşleri ve tercihlerine yer vermiş ve eserlerine pek çok atıfta bulunmuşlardır. Demek ki, Sadrüşşehîd’in eserleri Hanefî mezhebinin önemli kaynaklarından biri kabul edilmiş, görüşleri ve tercihleri Hanefî fakihleri tarafından çok önemsenmiştir. Bu çalışma, böylesi bir önemli fakihin hayatı ve eserlerini ilim âlemine sunmayı amaçlamaktadır.
1. SADRÜŞŞEHÎD’IN HAYATI
1.1. Sadrüşşehîd’in İsmi, Nesebi ve Ailesi
Sadrüşşehîd lakabıyla bilinen Ömer b. Abdülazîz b. Ömer b. Abdülazîz Mâze el-Buhârî 483’te (1090) doğmuştur. Hüsâmüddîn, Burhânü’l-eimme lakapları ve Ebû Muhammed künyesiyle meşhur olmuştur. Katvân savaşında şehit düştüğü için el-Hüsâmü’ş-şehîd ve es-Sadrü’ş-şehîd diye de anılır. Ayrıca büyük dedesine nispetle İbn Mâze diye anılmıştır. Sadrüşşehîd, Türkistan’ın en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Buhara’da “sadr” unvanıyla hüküm süren ve Hanefî fukahasının önde gelen temsilcilerinden olan Burhan ailesine mensuptur. Ailesinin Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in soyundan geldiği de rivayet edilmiştir. İlimle iştigal eden aile fertlerinin hemen hepsi Burhânüddîn, Burhânü’leimme, Burhânü’l-mille ve’d-dîn lakaplarıyla anıldığı için bu aileye Burhan ailesi (Burhanoğulları) denilmiştir. Bu sülalenin bir ferdi olan Sadrüşşehîd zamanının büyük Hanefî fakihlerinden biri olarak kabul edilmiş ve kendisine “Buhara Hanefîleri’nin reisi” unvanı verilmiştir. Ailenin ilk reisi Burhâneddin el-Kebîr’dir. es-Sadrü’l-ecel ve es-Sadrü’l-kebîr lakaplarıyla anılan Abdülazîz b. Ömer b. Mâze daha önce Merv’de oturuyordu. 495 (1102) yılında Horasan bölgesinde hüküm süren Selçuklu Hükümdarı Sencer, Merv’i kendisine merkez yaparak bölgeyi yeniden teşkilatlandırdığında Burhâneddin Abdülazîz b. Ömer b. Abdülazîz b. Mâze’yi Buhara’ya sadr olarak tayin etmiş ve kız kardeşiyle evlendirmiştir. Buhara ve Mâverâünnehir’de Hanefî mezhebinin ileri gelenlerine “sadr” denilirdi. Burhan ailesi mensupları ilim alanındaki bu otoriteleri yanında büyük servete de sahip oldukları için öylesine nüfuzluydular ki âdeta emîr telakki ediliyorlardı. Önemli bir Hanefî âlimi olan Burhâneddin Abdülazîz b. Mâze 518 (1124)21 senesinde vefat edince oğlu Hüsâmeddin Ömer onun yerine geçmiştir. Hüsâmeddin Ömer 5 Safer 536 (9 Eylül 1141) tarihinde Sultan Sencer’in Karahıtaylar’la yaptığı Katvân savaşında şehit düştükten sonra Buhara’da yönetim Karahıtaylar’ın eline geçmiş ise de Karahıtaylar bu ailenin manevi nüfuz ve otoritesini tanımış ve onları kendi temsilcileri olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla Karahıtaylar, Sadrüşşehîd’den sonra yerine kardeşi Tâcülislâm Ahmed b. Abdülazîz’i24 Buhara’ya sadr tayin etmişlerdi. Karahıtaylar’ın tayin ettiği vali de her hususta sadrın talimatına uymakla mükellef kılınmıştı. Buhara’da yönetim Karahıtaylar’dan Hârizmşahlar’a, ondan sonra Moğollar’a geçmişse de Burhan ailesi bu manevi ve siyasi nüfuzunu 636 (1238) yılına kadar kaybetmemiştir. Söz konusu yıl, Buhara’nın Târâb köyünden olan Mahmûd Târâbî (ö. ?) adlı esnaftan birinin önderliğinde Buhara’da Moğollar’a ve Buhara’nın yönetici kesimine karşı halk ayaklanması başlamıştır. Hanefî fıkıh âlimi Şemseddin Mahmûd b. Ahmed el-Mahbûbî de (ö. ?) bu isyanı desteklemiştir. Târâbî, Buhara’da hâkimiyetini kuvvetlendirdikten sonra Mâverâünnehir’in en büyük dinî rütbesi olan “sadr” unvanını Burhan ailesinden alıp, Şemseddin el-Mahbûbî’ye vermiştir. O tarihten itibaren Burhan ailesi dinî ve siyasi otoritesini kaybetmiştir. Sadrüşşehîd’in mensup olduğu Burhan ailesi Buhara’da bir buçuk asır sadırlık makamını elinde bulundurmuştur. Onların zamanında sadırlığın salt bir dinî rütbe olmadığını, aksine bu makamın Buhara’nın iç yönetiminde de söz sahibi, siyasî nitelikteki bir makam olduğunu görmekteyiz. Bu sebepten olsa gerek İbnü’l-Esîr (ö. 630/1232) bu ailenin bazı fertlerini tanıtırken “Buhara’nın reisi”, “Buhara Hanefîleri’nin reisi” ve “Buhara’nın gerçek sahibi” gibi nitelemelerde bulunmuştur. Bundan dolayı Murteza Bedir bu ailenin sahip olduğu sadırlık makamını bir nevi şeyhülislamlık müessesesine benzetmiş ve Buhara’da fıkıh ilminin bu dönemdeki kesintisiz gelişimini Burhan ailesinin başında bulunduğu bu müesseseye atfetmiştir. Sadrüşşehîd, Büyük Selçuklular’ın Sultanı Sencer’in kumandasındaki ordu ile Karahıtaylar’ın başındaki Gürhan’in ordusu arasında 5 Safer 536 (9 Eylül 1141) tarihinde Semerkant’ın Katvân sahrasında vuku bulan savaşta şehit düşmüştür. Sultan Sencer bu savaşa pek çok ulemayı yanına alarak çıkmış, bunların çoğu bu savaşta şehit düşmüştür. Sadrüşşehîd başta olmak üzere birçok fakih esir düşmüş, sonra Gürhan (ö. 537/1142) bunları sorguya çektikten sonra katletmiştir. Sadrüşşehîd’in bu savaşta esir düştüğü, sonra Semerkant’ta katledildiği, naaşının bir yıl sonra Buhara’ya nakledilip, Buhara’da defnedildiği de rivayet edilmiştir.
1.2. Hocaları ve Talebeleri
1.2.1. Hocaları
Kaynaklarda Sadrüşşehîd’in hocaları hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Sadece fıkıh ilmini babası Abdülazîz b. Mâze’den (ö. 518/1124) öğrendiği bilinmektedir. Ayrıca Ali b. Muhammed b. Hidâm (ö. 493/1100), Ebû Tâlib b. Yûsuf (ö. 516/1122), Ebû Sa‘d Ahmed İbnü’t-Tuyûrî (ö. 517/1123) ve Mes‘ûd b. Hasan b. Hüseyin elKeşânî (ö. 520/1125)36 gibi hocalardan hadis işittiği ve rivayet ettiği kaydedilmiştir.
1.2.2. Talebeleri
Öğrencilerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Tâceddin es-Sadrüssaîd Ahmed b. Abdülazîz b. Mâze (ö. ?). Sadrüşşehîd’in kardeşidir. Sadrüşşehîd’in oğlu Şemseddin Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ömer (ö. 566/1171). Ebû Ali İbnü’l-Vezîr Hasan b. Mes‘ûd b. Hasan el-Hârizmî ed-Dımaşkī (ö. 543/1148). Sadrüşşehîd’den hadis rivayet etmiş ve Ebü’l-Fazl el-Kirmânî’den Hanefî fıkhını öğrenmiştir. Ebû Sa‘d Abdülkerîm b. Muhammed b. Mansûr es-Sem‘ânî (ö. 562/1167). elEnsâb adlı meşhur eserin müellifi tarihçi ve hadis âlimi olan bu zat Sadrüşşehîd’le Merv’de görüşmüş ve onun münazaralarında hazır bulunmuştur. Radıyyüddin Muhammed b. Muhammed es-Serahsî (ö. 571/1176). elMuhîtü’r-Radavî, el-Vasît ve el-Vecîz gibi eserleriyle tanınır. Şerefeddin Ömer b. Muhammed b. Ömer Ebû Hafs el-Akīlî (ö. 576/1180). elMinhâc adlı eseriyle tanınır. Ebü’l-Hasan Ali b. Ebû Bekir b. Abdülcelîl el-Mergīnânî (ö. 593/1197). elHidâye ve et-Tecnîs ve’l-mezîd gibi meşhur eserlerin yazarıdır. Burhâneddin Mahmûd b. Ahmed b. Abdülazîz el-Buhârî el-Mergīnânî (ö. 616/1219[?]). Sadrüşşehîd’in yeğeni olan bu zat el-Muhîtü’l-Burhânî ve Zahîretü’lfetâvâ adlı eserlerin müellifidir. Necmeddin Yûsuf b. Ahmed b. Ebû Bekir el-Hâssî (ö. 620/1223 civarı). Tâhir b. Mahmûd b. Ahmed (ö. ?), Sadrülislâm. Sadrüşşehîd’in kardeşinin torunudur.
2. ESERLERI
Sadrüşşehîd Hanefî fıkhına dair birçok eser yazmış olup bu eserler mezhep âlimleri arasında oldukça rağbet görmüştür. Bundan dolayı olsa gerek kaynaklarda Sadrüşşehîd’e bir çok eser isnat edilmiştir. İsnat edilen eserlerin bir çoğunun nispeti doğrulanmış ise de bir kısmının nispeti meşkûktur. Biz burada önce Sadrüşşehîd’e nispeti doğrulanmış eserler hakkında kısaca bilgi vereceğiz sonra nispeti meşkûk olan eserler hakkında bilgi aktarmaya çalışacağız.
2.1. Nispeti Doğrulanmış Eserler
1. Şerhu Edebi’l-kādî
Bu eser Hassâf ’ın (ö. 261/874) muhakeme hukukuna dair Edebü’l-kādî adlı eserinin şerhi olup şimdiye kadar iki neşri yapılmıştır. Birinci neşri Muhyî Hilâl Serhân tarafından hazırlanıp 4 cilt halinde Bağdat’ta Mektebetü’l-İrşâd tarafından 1397 (1977) senesinde basılmıştır. İkinci neşri Ebü’l-Vefâ el-Efgānî (ö. 1975) ve Ebû Bekr Muhammed el-Hâşimî tarafından hazırlanmış ve bir cilt halinde Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye tarafından 1414 (1994) senesinde Beyrut’ta basılmıştır. Eser ayrıca Lahor Yüksek Mahkemesi hâkimlerinden Dr. Munir Ahmad Mughal tarafından Âdâb al-Qâdî: Islamic Legal and Judicial System adıyla İngilizce’ye tercüme edilerek basılmıştır (Lahore, Kazi Publications, 1999; New Delhi, Adam Publishers and Distributors, 2004, 2005, 2017).
2. el-Vâkı‘ât
Müellif bu eserinin giriş kısmında kitabın adını el-Vâkı‘ât olarak belirlediğini açıkça zikretmiştir. Bu eser Vâkı‘âtü’l-Hüsâmî, el-Vâkı‘âtü’l-Hüsâmiyye, el-Ecnâs diye de tanınmıştır. Dünyadaki çeşitli ülkelerde 24›ten fazla el yazma nüshasının olması, eserin Hanefî fakihler arasında çok rağbet gördüğünü göstermektedir. Eser bir nevâzil kitabı olup, kendisinden önce yazılan birçok fetâva ve nevâzil eserini bir araya getirmiştir. Müellif bu eserde hükmün illetini beyan etmeye özen göstermiştir. Necmeddin Yûsuf b. Ahmed b. Ebû Bekir el-Hâssî (ö. 620/1223 civarı), Sadrüşşehîd’in bu eserini baplara ayırıp yeniden düzenlemiştir. Muhammed b. Muhammed er-Reşîd el-Kâşgarî bu eserden seçmeler yapmış ve ayrıca metni ihtisar etmiştir. Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Doktora Tezi olarak tahkik edilen eserin birçok el yazma nüshası bulunmaktadır. Bu nüshaların bulunduğu kütüphanelerden bazıları şunlardır: Süleymâniye Kütüphanesi, Fatih, nr. 2489-2492; Şehid Ali Paşa, nr. 1085-1086, Molla Çelebi, 98-99; Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi, nr. 1583; Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. Fe1086.
3. Şerhu’l-Câmi‘i’s-sagîr
Bu eser, İmam Muhammed eş-Şeybânî (ö. 189/805) tarafından kaleme alınan ve Hanefî fıkhının ilk kaynaklarından biri olan el-Câmi‘u’s-sagîr adlı meşhur eserin önemli şerhlerinden biridir. Şeybânî’nin bu eserini Ebû Tâhir ed-Debbâs (ö. 4./10. yy.) gözden geçirerek kendi üslubuyla yeniden düzenlemiştir. Sadrüşşehîd bu eserinde Ebû Tâhir ed-Debbâs’ın düzenlediği nüshayı esas alarak şerh etmiştir. Kaynaklarda geçtiği üzere Sadrüşşehîd’in zikri geçen esere önceden kısa bir şerh yazdığı, sonra bunu genişlettiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten olsa gerek Sadrüşşehîd’e el-Cami‘u’s-sağîr veya Cami‘u’s-Sadrişşehîd adıyla bir eser isnat edilmiştir. Oysa Sadrüşşehîd, Şeybânî’nin el-Câmi‘u’s-sağîr adlı eserine iki tane şerh yazmış olup biri kısa diğeri ise genişletilmiş versiyonudur. Kısa olan nüshası Medine-i Münevvere’deki İslam Üniversitesi’nde 1994 senesinde yüksek lisans tezi olarak tahkik edilmiştir. Aynı nüsha daha sonra Salâh Avvâd Cum’a, Hâmîs Dahhâm ve Hâtem Abdullâh el-Kübeysî tarafından tekrar yayıma hazırlanıp basılmıştır (Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2006). Bir diğer baskısı ise Hâlid Nihâd Mustafa el-A’zamî tarafından yapılmıştır (Bağdat 2001). Eserin genişletilmiş olan nüshası ise hâlâ el yazma halindedir.
4. el-Fetâva’s-sugrâ
Bu eser Sadrüşşehîd’in telifidir, ancak bize Necmeddin Yûsuf b. Ahmed b. Ebû Bekir el-Hâssî’nin (ö. 620/1223 civarı) yeniden düzenlemesi ile ulaşmıştır. Eserin adı kaynaklarda el-Fetâva’s-sugrâ olarak geçmektedir. Hanefî mezhebi âlimlerinin farklı zamanlarda verdikleri fetvâları içeren bir mecmuadır. Klasik fıkıh sistematiğine göre düzenlenen bu eserde sıkça vuku bulan meseleler toplanmıştır. Hanefî fukahasının görüşleri dışında diğer mezheplere mensup fakihlerin görüşlerine de yer verilmiştir. Bir konuda farklı görüşler nakledildiği takdirde sahih, kuvvetli, fetvâya esas olan, ihtiyata daha yakın sayılan görüşlere işaret edilmiştir. Müellifin kendi görüşü ve değerlendirmeleri yanında dönemindeki örf ve diyarındaki uygulamada tercih edilen görüşlere de işaret edilmiştir. Hükümlerin âyet ve hadisten olan delilleri çok az zikredilmiştir. Fukahadan nakledilen görüşler için genellikle kitap adı verilmiş olup her bir meselede birden fazla kaynağa atıfta bulunulmuştur. Atıfta bulunduğu kaynakların birçoğu günümüze ulaşmamışken büyük bir kısmı hâlâ el yazma halindedir. 21 yazma nüshası tespit edilen bu eser 3 nüshadan tahkiki yapılmıştır.
5. Şerhu Kitâbi’n-Nafakât
Hassâf ’a (ö. 261/874) ait Kitâbü’n-Nafakât adlı eserin şerhi olup, nafaka ili ilgili fıkhî hükümleri ele alan bir eserdir. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî (ö. 1975) tarafından yayıma hazırlanarak Hindistan Haydarabad’da 1349 (1931) yılında İhyâü›lMeârifi›n-Nu›mâniyye tarafından ve 1365 (1946) yılında da Dârü’s-Selefiyye Yayınevi tarafından neşredilmiştir.
6. ‘Umdetü’l-fetâvâ
Kaynaklarda bu eser ‘Umdetü’l-müftî ve’l-müsteftî olarak da adlandırılmıştır.66 Klasik fıkıh sistematiğine göre düzenlenmiş bir fetvâ kitabı olup, günümüze ulaşan birkaç nüshası mevcuttur.67 Eser 2010 senesinde Selçuk Üniversitesi’nde Ayşe Biçer tarafından Orhan Çeker danışmanlığında Sadruş-Şehîd’in Umdetu’l-fetâvâ Adlı Eserinin Tahkiki adı altında Doktora Tezi olarak tahkik edilmiştir.
7. ‘Uddetü’l-müftî
Sadrüşşehîd ‘Umdetü’l-fetâvâ adlı eserinin giriş kısmında ‘Uddetü’l-müftî adlı bir eser yazdığından bahsetmektedir. Bazı Hanefî kaynaklarında da Sadrüşşehîd’e böyle bir eser isnat edilerek atıfta bulunulmuştur. Kaynaklardaki nakiller ile müellifin yukarıda adı geçen eserini karşılaştırdığımızda bu eserin gerçekten başka bir eser olduğu anlaşılmıştır. Ancak biz yazma eserler kataloglarında bu eser hakkında bir bilgiye ulaşamadığımız gibi müellife bu eseri nispet eden başka bir kaynağa da rastlamadık
8. Şerhu’l-Câmi‘i’l-kebîr
Şeybânî’nin (ö. 189/805) telif ettiği ve Hanefî fıkhının ilk kaynaklarından biri kabul edilen el-Câmi‘u’l-kebîr üzerine Sadrüşşehîd’in yazdığı şerhtir.70 Yazma eserler kataloglarında71 bu eserin yazma nüshalarının bulunduğu kütüphanelere işaret edilmiştir. Araştırmamız sonucunda bunlardan sadece iki tanesi gerçekten el-Cami‘u’l-kebîr adlı eserin şerhi olduğunu tespit ettik. Başkaları tarafından eserin ilk varağına yazılan bu kitâbın Burhânü’l-eimme Abdülazîz b. Mâze’ye ait olduğunu bildiren bir kayda rastladık. Bu iki nüshadan biri Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. 747’de diğeri ise Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi, nr. 1157’de kayıtlıdır. Feyzullah Efendi nüshası 666 (1268) senesinde yazılmış olup, “Şehâdet Bâbı” ile sona ermektedir. Diğeri ise 679 (1280) senesinde yazılmış olup “Bâbun mine’d-damân” ile bitmektedir. Yani kitap tamdır. Eserin girişinde veya bitişinde müellifin kimliğine dair başka bir bilgi yoktur. el-Fetâva’s-sugrâ’da Sadrüşşehîd’in bu eserine çokça atıfta bulunulmuştur. Ancak bunları söz konusu nüshalar ile karşılaştırdığımızda el-Fetâva’s-sugrâ’da işaret edilen meselelere zikri geçen bu yazma nüshalarda rastlayamadık. Dolayısıyla bu yazma nüshaların Sadrüşşehîd’e nispetinin doğru olmadığı ve Sadrüşşehîd’in Şerhu’l-Câmi‘i’l-kebîr adlı eserinin bize ulaşmadığı kanaatindeyiz. Bunu destekleyen diğer bir husus, eserin dış kapağına yazılan isim de Sadrüşşehîd’in babasının ismi oluşudur.
9. Şerhu Muhtasari İsâm
Ebû Yûsuf ’un (ö. 182/798) talebelerinden İsâm b. Yûsuf el-Belhî’ye (ö. 215/830) nispet edilen Muhtasaru İsâm adlı eserin şerhidir. Kaynaklarda Sadrüşşehîd’in böyle bir eserinin olduğuna dair bir bilgiye rastlanmamıştır. Ancak Sadürşşehîd el-Fetâva’s-sugrâ’da, “Ben İsâm’da böyle yazdım, İsâm’ın şu bölümünde şöyle yazdım” diye birkaç yerde kendisinin Muhtasaru İsâm’a şerh yazdığını ifade eden cümleler sarf etmiştir. Maalesef eser günümüze ulaşmadığından eserin içeriğini kontrol etme şansımız olmamıştır.
10. Şerhu’l-Muhtasari’l-Kâfî
Hâkim eş-Şehîd’in (ö. 334/946) el-Muhtasarü’l-Kâfî adlı eserinin şerhidir. Sadürşşehîd el-Fetâva’s-sugrâ’da bu eserine birkaç atıfta bulunmuştur. Başka eserlerinde de kendisinin böyle bir eseri bulunduğunu belirterek meseleyi o eserde beyan ettiğini kaydetmiştir. Ancak Sadürşşehîd’in böyle bir eseri olduğunu zikreden hiçbir kaynağa rastlamadığımız gibi bu eserin yazma nüshalarına işaret eden bir bilgiye de ulaşamadık.
11. Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî
Bu eser, Tahâvî’nin (ö. 321/933) el-Muhtasar adlı eserine yazdığı şerhidir. Hâssî (ö. 620/1223 civarı) el-Fetâva’s-sugrâ’da “Ben bunu Sadrüşşehîd’in Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî adlı eserinden yazdım” diyerek Sadrüşşehîd’in böyle bir eseri olduğuna işaret etmiştir. Ancak Sadrüşşehîd’in Muhtasaru’t-Tahâvî’ye şerh yazdığına işaret eden başka bir kaynağa rastlamadık. Yazma eserler kataloglarında da buna işaret eden bir bilgi görmedik.
12. Şerhu’z-Ziyâdât
Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) ez-Ziyâdât adlı eserinin şerhidir. Sadrüşşehîd el-Fetâva’s-sugrâ ve diğer bir eserinde kendisinin bu şerhine birkaç yerde atıfta bulunmuştur.78 Ancak bu eseri hakkında başka kaynaklarda hiçbir bilgiye ulaşamadık.
13. Kitâbü’t-Tezkiye
Tezkiye ile ilgili konuları ihtiva eden 5 varak civarında bir eserdir. Sadrüşşehîd eserin giriş kısmında şöyle demiştir: “Ben el-Muhtasarü’l-Kâfî adlı esere şerh yazmakla uğraşırken fakihler benden Hâkimüşşehîd’in bu eserinde zikretmediği kitapları (bölümleri) şerh etmemi rica ettiler. Hâkimüşşehîd’in zikretmediği kitaplar ise sekiz olup,80 ben onların isteklerini yerine getirmek amacıyla bu kitapların içinde en kısa olan Kitâbü’t-Tezkiye ile başladım”.
Demek ki müellif bu eseri, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) elAsl adlı eseri başta olmak üzere diğer eserlerinden de seçmeler yapılarak oluşturulan el-Muhtasarü’l-Kâfî’de zikredilmeyen bölümleri tamamlamak için yazmıştır. Kitabın içeriği de bunu teyit etmektedir. Sadrüşşehîd el-Fetâva’s-sugrâ’da el-Asl’ın Tezkiye bölümüne iki yerde atıfta bulunmuştur. O atıflar da bu eserinde mevcuttur. Bu eserin bir kaç yazma nüshası mevcut olup84 tahkik edilerek yayımlanmıştır.
14. Muhtasaru Kitâbi’l-Hayz
Hayz hakkında yazılan bir eser olup kitabın tam adını Sadrüşşehîd’in yeğeni Burhânüddîn Mahmûd b. Ahmed el-Buhârî (ö. 616/1219?) bu şekilde zikretmiştir. Kitabın adından daha önce birisi tarafından yazılan el-Hayz adında bir eserin olduğu ve bunun ihtisar edildiği anlaşılmaktadır. Ancak biz onun kimin eseri olduğunu tespit edemedik. el-Fetâva’s-sugrâ’da müellifin bu kitabına iki yerde atıfta bulunduğu görülmüştür. Araştırmamız esnasında eserin bulunduğu kütüphanelere işaret eden bir bilgiye rastlamadık
15. Kitâbü’t-Terâvîh
Terâvîh namazı ile ilgili konuları ele alan bu çalışma aslında küçük bir risaleden ibarettir. Eser bir fıkıh mecmuası içerisinde yaklaşık 5 varaktır. Eser tahkik edilerek neşredilmiştir.
16. Zelletü’l-kârî
Namazda okunan âyetlerin doğru telaffuz edilmesi ve okuyanın dil açısından düşebileceği muhtemel hataların namazı ifsat edip etmeyeceği konularını ele alan muhtasar bir çalışmadır. Sadrüşşehîd ve başkalara ait bazı eserlerin toplandığı bir fıkıh mecmuası içerisinde bulunmakta olan bu eser bazı Hanefi fıkıh kaynaklarında Sadrüşşehîd’e nispet edilmiştir.93 Eser 2019 senesinde tahkik edilerek yayımlanımıştır.
17. Kitâbü’ş-Şüyû
Bu eser Mesâilü’ş-şüyû‘ diye de isimlendirilmiştir.96 Muâmelât hukukuna dair, menkul ve gayrimenkul mallardaki ortaklıkla ilgili beş varaklık küçük bir risaledir. Yazma nüshaları bulunmaktadır.
18. Kitâbü’l-Hîtân
Bu eserin bazı kaynaklarda ifade edilen diğer adı: Kitâbü Mesâili da‘va’l-hîtân ve’t-turuki ve mesâili’l-mâ’dır. Eserin konusu su, yol, duvar hukuku ve davaları ile ilgilidir. Sadrüşşehîd eserin mukaddimesinde konuyla ilgili Şeyh el-Müreccâ es-Sekafî’nin (ö. ?) bir eser yazdığını ve bu eseri Kādılkudât Ebû Abdullah edDâmegânî’nin (ö. ?) şerh ettiğini, kendisinin ise düzenleme ve ayıklamaya ihtiyacı olan bu eseri yeniden tertip ettiğini belirtir. Eser es-Seyyid Yûsuf Ahmed (Beyrut, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2009 Hayretü’l-fukahâ’nın sonunda) ve Abdullâh Nezîr Ahmed Müzzî tarafından (Cidde, Merkezü’n-neşri’l-ilmî, 1996; Beyrut elMektebetü’l-Mekkiyye - Müessesetü’r-reyyân, 1435/2014) neşredilmiştir.
19. Kitâbü Tabhi’l-‘asîr
Meyve ve benzeri şeylerin sıkılıp kaynatılması ve kapları ile ilgili konuları ele alan 3-4 varaklı bir eserdir. Yazma nüshaları Süleymâniye Kütüphanesi›nin üç ayrı bölümünde bulunmaktadır. (Reisülküttap, nr. 1159; Esad Efendi, nr. 3541; Şehid Ali Paşa, nr. 1061).
20. Kitâbü’l-Vakf
Vakıf hukuku ile ilgili kısa ve öz bir çalışma olup, eserin giriş kısmında müellifin adı açıkça zikredilmiştir.102 Eser önce Kitâbü’l-Vakf adıyla ayrı bir kitap halinde neşredilmiş, (nşr. Abdullah b. Ahmed b. Ali ez-Zeyd, Riyad 2011); sonra Kitâbü’lHîtân ile birlikte yayımlanmıştır (nşr. Abdullah Nezîr Ahmed Müzzî, Beyrut, Müessesetü’r-reyyân - el-Mektebetü’l-Mekkiyye, 1435/2014).
21. Kitâbü’l-Ferâiz
Sadrüşşehîd, Vâkıât ve el-Fetâva’s-sugrâ adlı eserlerinde bu eserine de) 1098/1686 .ö (Hamevî ve) 970/1562 .ö (Nüceym İbn .bulunmuştur taatıf şeklinde“ ينظر في فرائض طويلة لي“ ve“ فذكرناه في كتاب الفرائض“ ”ذكرنا في الفرائض“ Sadrüşşehîde bu isimde bir eser isnad ederek atıfta bulunmuşlarıdır. İsminden ve yapılan atıflardan miras hukuku ile ilgili olduğu anlaşılan bu eserin 585 (1189) senesinde istinsah edilen bir nüshasının mevcut olduğu zikredilmektedir ancak esere ulaşma şansımız olmadığından inceleyemedik.
22. Kitâbü’l-Muhtasar fi’l-hilâfiyyât
Eserin giriş bölümünde müellifin adı açıkça verilmiştir. Müellif eserini, elMebsût fi’l-hilâf adlı eserini yazdıktan sonra onu ihtisar amaçlı bu eseri kaleme aldığını açıklayan bir giriş ile başlamıştır. Eserde esasen Hanefî ve Şâfiî mezhepleri arasındaki ihtilaflı konular ele alınmıştır. Tek bir nüshası bulunmaktadır.
2.2. Sadrüşşehîd’e Nispeti Meşkûk veya Yanlış Olan Eserler
1. el-‘Udde fi’l-fetâvâ
Bazıları Sadrüşşehîd’e bazıları başka kişilere ait olan küçük hacimli birkaç eserin bir araya getirildiği bir fıkıh mecmuasında ‘Udde, el-‘Udde, el-‘Udde fi’l fetâvâ isimlerinde bir eser bulunmaktadır. Bu eser yazma nüshalarında eserin yazarı hakkında hiçbir bilgi bulunmamasına rağmen, yazma eserler kütüphanelerinde Sadrüşşehîd’e nispet edilmektedir. Bunlardan sadece bir nüshasının bilgileri verilirken eserin adı “el-Udde fi’l-Fetâvâ” olarak verildikten sonra parantez içinde (Uddetü’l-müftî) kelimesi eklenmiştir. Oysa yazma eser içinde veya kapaklarında bunu gösteren bir bilgi yoktur. Bunu teyit edecek başka bir kaynağa da rastlanmamıştır. Biz yine de emin olalım diye bu eserin yazma nüshalarındaki bilgileri Hanefî fıkıh kaynaklarında Sadrüşşehîd’in Uddetü’l-müftî adlı eserinden nakledilen bilgiler ile karşılaştırdık. Neticede o bilgiler ile söz konusu el yazma eserdeki bilgilerin örtüşmediğini tespit etmiş olduk.
2. ‘Umdetü’l-müftî
Kaynaklarda Sadrüşşehîd’e nispet edilen bu isimde bir esere rastlanmamıştır. Ancak Hüseyin Aydın, müellifin ‘Umdetü’l-fetâvâ adlı eserinden içerik olarak farklı “‘Umdetü’l-müftî” adı altında başka bir eseri daha bulunduğunu iddia ederek yüksek lisans tezi olarak tek nüshadan tahkikini yapmıştır. Oysa bu eserin bir kaç nüshası mevcut olup, eser Sadrüşşehîd’e değil Kādîhan’a (ö. 592/1196) aittir. Kādîhan’ın bu eseri 2018 senesinde İbrahim Alyeş tarafından tahkik edilerek “en-Nükâye fi ilmi’l-Hidâye el-müsemma Nükayetü Kadîhân ev ‘Umdetü’l-müftî” adıyla Kâhire’de Daru’l-İhsan yayınları tarafından neşredilmiştir.
3. el-Fetâva’l-kübrâ
Bu eser kaynaklarda Tecnîsü’l-Vâkı‘ât diye de adlandırılmıştır. Bazı nüshalarının dış kapaklarında Sadrüşşehîd’e aidiyet kaydı bulunmaktadır. Ancak biz bu eserin nüshalarını ve içeriğini inceledikten sonra şu kanaate vardık ki bu eseri Sadrüşşehîd yazmamıştır. Hâssî (ö. 620/1223 civarı) el-Fetâva’s-sugrâ’nın giriş kısmında ifade ettiği gibi Sadrüşşehîd’in el-Vâkı‘ât adlı eserini baplara ayırıp, eklemeler yapıp yeniden düzenlemiştir. Bu eser daha sonra el-Fetâva’l-kübrâ, Tecnîsü’l-Vâkı‘ât diye adlandırılmıştır. Kitap asıl metninin yazarı olması itibarı ile Sadrüşşehîd’e, sonradan tertibi itibarı ile Hâssî’ye nispet edilmiştir.120 Bundan dolayı eserin bazı nüshalarının dış kapağında Sadrüşşehîd ve Hâssî’nin adı beraber geçmiştir. Hatta bazı nüshaların sonunda bu eserin, Hâssî’nin el-Vâkı‘ât’a yaptığı Tecnîs’i (düzenleme ve eklemesi) olduğu açıkça belirtilmiştir. Eser rumuz açısından el-Vâkı‘ât’ı aynen takip etse de içerik olarak çok düzgün, zenginleştirilmiş ve ilk bakışta el-Vâkı‘ât’tan tamamen farklı bir eser haline getirilmiştir. Eserin bu hale getirilişi hakkında Hâssî, el-Fetâva’s-sugrâ’nın giriş kısmında bilgi vermiştir. Hulasa bu kitap Hâssî’nin el-Vâkıât üzerine yaptığı çalışma sonucu meydana gelen bir eserdir. Dolayısıyla eseri Sadrüşşehîd’e isnat etmek yanlıştır. Ancak eser Sadrüşşehîd’e nispet edilerek 2017 senesinde Ürdün’deki Uluslararası İslamî İlimler Üniversitesi’nde Doktora Tezi olarak tahkik edilmiştir. Eserin pek çok nüshası bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Süleymâniye Kütüphanesi, Fâtih, nr. 2411; Lâleli, nr. 1274; Serez, nr. 1145; Yeni Harfler, nr. 657-659; Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. FE1059-1061; Burdur Halk Kütüphanesi, nr. BY3834; İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi, nr.
4. Usûlü’l-fıkh
Bu eseri Usûlü Hüsâmiddîn adıyla Sadrüşşehîd’e isnat eden Kâtib Çelebi (ö. 1067/1657) eser hakkında “Muhtasar bir çalışma olmakla birlikte fıkıh usûlünün birçok bölümünü içermektedir” demiştir. Carl Brockelmann (ö. 1956) bu eserin bulunduğu kütüphanelere işaret ederken bu eserin yanlışlıkla Sadrüşşehîd’e nispet edildiğini, aslında bu eserin el-Hüsâmî adıyla bilinen el-Müntehab fi usûli’lmezheb adlı eser olduğuna dikkat çekmiştir. Yine bazı kaynaklarda bu eserin 494 (1100-1101) senesinde yazılmış bir nüshasının bulunduğu zikredilmektedir. Eğer bu doğru ise eserin Sadrüşşehîd’e nispeti asla doğru olamayacaktır; zira Sadrüşşehîd 483 senesinde doğduğuna göre 11 yaşında böyle bir eser yazmış olamaz. Eser hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
5. Hayretü’l-fukahâ (Hîretü’l-fukahâ)
Fukahanın cevaplarını bulmakta zorlanacağı bilmece gibi fıkhî meselelerin (el-elgâzü’l-fıkhiyye) bir araya getirildiği bir eserdir. Yazma eserler kataloglarında Sadrüşşehîd’e nispet edilen bu eserin birkaç nüshasına rastlamaktayız. Eser 2009 senesinde Sadrüşşehîd’in el-Hîtân adlı eseri ile birlikte Beyrut’ta basılmıştır. Ayrıca el-Fetâva’s-sugrâ’nın Süleymâniye Kütüphanesi, Fatih, nr. 2375 numarada kayıtlı nüshasının bitiminde Hayretü’l-fukahâ unvanı altında aynı hat ile yazılan bir nüsha mevcuttur. el-Fetâva’s-sugrâ’da Hayretü’l-fukahâ’ya bir kere atıfta bulunulmuştur. Atıf yapılan mesele Fatih nüshasının sonundaki Hayretü’l-fukahâ adlı eserde (vr. 188a-b) ve matbu nüshasında (s. 50) aynen mevcuttur. Ancak biz bu eserin yanlışlıkla Sadrüşşehîde nispet edildiğini düşünmekteyiz, zira eserin yazma nüshaları ile Sadrüşşehîd’e nispet edilerek basılan matbu nüshanın aynı olduğunu ve bu yazma nüshaların birçoğunun Tacüddîn Abdulgafur b. Lokmân el-Kerderî’ye (ö. 562/1166),134 yine bir kısmının Bertüvanî’ye, başka bir nüshasının ise Fergânî’ye nispet edildiğini görmekteyiz. Tek bir nüshanın iç kapağında eserin Sadrüşşehîd’e nispeti hakkında bir kayıt bulunmaktadır. Yazma eserler katalogları da belki buna dayanarak eseri Sadrüşşehîd’e nispet etmiş olabilirler. Ancak bu eserin yazma nüshaları nerdeyse Sadrüşşehîd’e ait bazı eserler bir araya getirilen mecmualar içinde bulunduğundan söz konusu nüshanın kapağına öyle yazılmış olabilir. Zira eserin yazma nüshalarının giriş bölümünde olsun veya o esere atıfta bulunan diğer kaynaklarda olsun eserin kime ait olduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. Zikri geçen bilgiler de sadece başkaları tarafından el yazmaların iç kapaklarına yazılmış çelişkili bilgilerdir. Ayrıca Hâssî’nin (ö. 620/1223 civarı) el-Fetâva’s-sugrâ’daki ibaresinden eserin Sadrüşşehîd’e ait olmadığı anlaşılıyor. Kefevî (ö. 990/1582) ve Leknevî (ö. 1304/1887) bu eseri Kerderî’ye (ö. 562/1166) nispet etmişlerdir. Kefevî’nin Kerderî’e nispet ederek naklettiği bilgileri Hayretü’l-fukahâ’nın matbu nüshası ile karşılaştırma sonucunda bu eserin Sadrüşşehîd’e değil Kerderî’e ait olduğunu tespit etmiş olduk
6. et-Tahkik fi’t-tefsir
Kaynaklarda Sadrüşşehîd’e nispet edilen bu isimde bir esere rastlanmamıştır. Ancak Süleymâniye Kütüphanesi, Fatih, 234’te kayıtlı bir yazma eserin iç kapağında şu bilgiler yer almaktadır: “Sadrüşşehîd’in et-Tahkik fi’t-Tefsir adlı eserinin üçüncü cildidir. Meryem süresinden Ahzâb süresinin sonuna kadardir”. Eser varaktan oluşmuştur. Eser hakkında yapılan detaylı incelemeye göre bu eserin Sadrüşşehid’e nispeti yanlıştır.
7. Kitâbü’t-Tekmile
Muasır bazı kaynakalarda Sadrüşşehîd’e bu isimde bir eser nispet edilmiş, ancak araştırma sonucunda bunun da nispetinin yanlışlığı tespit edilmiştir. Bundan başka yine kaynaklarda Sadrüşşehîd’e nispet edilen, ama bizim yazma nüshalarının bulunup bulunmadığına vakıf olamadığımız el-Mebsût fi’lhilafiyyât, el-Müntakâ ve Şerhü’l-Edâhî gibi kitaplar mevcuttur.
3. İLMÎ KIŞILIĞI
Tabakatlar ve Hanefî fıkıh eserlerinden Sadrüşşehîd’in büyük bir Hanefî fıkıh âlimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden kendisi “imam”, “bahr” ve “sadr” gibi unvanlarla anılmıştır. Usul ve fürû ilmi dışında aklî ve naklî ilimlerde de derin bilgi sahibi olduğu, münazara ilminde üstün bir konum elde ettiği, daha babası hayatta iken tanınmış âlimlerle birçok münazaralara girip başarılar sağladığı, Mâverâünnehir’de ün saldığı ve hükümdarların kendisine saygı gösterip tavsiyelerine göre hareket ettiği rivayet edilmiştir. Buhara’da bir buçuk asır Hanefî fakihlerin riyasetini elinde tutan ve hukuk ilminin gelişmesine katkıda bulunan Burhan ailesine mensubiyeti dolayısıyla babasından sonra onun yerine geçmiş ve Buhara Hanefî fakihlerinin sadrı yani reisi olmuştur. Katvân savaşına da sadırlık vasfıyla katılmıştır. Önceki bölümlerde gördüğümüz gibi yazdığı birçok eseri yanında el-Muhîtü’r-Radavî’nin müellifi Radıyyüddin es-Serahsî (ö. 571/1176), el-Hidâye’nin müellifi Burhâneddin el-Mergīnânî (ö. 593/1197) ve el-Muhîtü’l-Burhânî’nin müellifi Burhâneddin Mahmûd b. Ahmed el-Buhârî (ö. 616/1219?) gibi tanınmış âlimleri yetiştirmiştir. Hanefî fıkıh kaynaklarında Sadrüşşehîd’in sözleri, nakilleri ve tercihleri çok önemsenmiştir. Özellikle el-Muhîtü’l-Burhânî adlı eserde pek çok kere zikri geçmiştir. İbnü’l-Hümâm da (ö. 861/1457) Fethu’l-kadîr adlı meşhur eserinde Sadrüşşehîd’in tercihlerine çokça yer vermiştir.151 Sadrüşşehîd’in, fetva ve tercihlerinde zaman, mekân, örf ve meşakkati defetme gibi ilkeleri gözettiği göze çarpar. Buna rağmen Kemalpaşazâde (ö. 940/1533) Hanefî fakihlerinin mezhep içindeki konumunu ortaya koymak için yaptığı Hanefî fakihleri tasnifinde Sadrüşşehîd’i misal açısından olsa dahi hiç zikretmemiştir. Tercihleri ve fetvaları değerlendirildiğinde Sadrüşşehîd’in, Kemalpaşazâde’nın zikrettiği tabakalar içindeki üçüncü tabakada, yani “meselede müçtehitler” tabakasında yer alması gerektiği söylenebilir.
SONUÇ
Sadrüşşehîd Buhara’da bir buçuk asır dinî ve dünyevî yönden riyaseti elinde tutan Burhân sülalesine mensup bir fakih ve devlet adamıdır. Babası başta olmak üzere birçok âlimden İslamî ilimler tahsil eden Sadrüşşehîd babasından sonra Buhara’da sadrlık makamına oturmuştur. Sahip olduğu makam ve mevki sayesinde yetiştirdiği birçok öğrencisiyle İslâm ilim ve kültür âlemine çok büyük katkıda bulunan Sadrüşşehîd aynı zamanda çeşitli konularda yirmiden fazla eser bırakmıştır. Bunlardan bize ulaşan birçoğunun hâlâ yayımlanmadığı tespit edilmiştir. Karahanlıların son döneminde Buhara’da yaşayan Sadrüşşehîd Selçuklu Sultanı Sencer’in Karahıtaylara karşı girdiği meşhur Katvân Savaşı’nda şehit düşmüştür.
Yorum Sayısı : 0