Osmanlı Döneminde Sıradışı Bir Kazasker: Hüseyin Efendi ve Yapılan Temlikler
Doç. Dr. Nevzat Sağlam 2024-09-25
Öz
Osmanlı dönemi kazaskerleri arasında Hüseyin Efendi dikkat çekici bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun Safranbolu'da başlayan hayatı, ilim tahsili için gittiği İstanbul'da farklı bir boyut kazanmıştır. Hekimlerin derdine deva bulamadıkları Sultan İbrahim'i okuduğu tesirli dualarla iyileştirmiş, bu sayede sultanın hocası konumuna yükselmiştir. Bundan sonra Cinci Hoca diye meşhur olan Hüseyin Efendi'nin siyasi nüfuzu artmış, kısa zamanda kazaskerlik makamına kadar çıkmıştır. Padişahın emriyle Safranbolu'da kendisine çok sayıda köy ve mezraa temlik edilmiştir. Büyük servet sahibi olan Hüseyin Efendi, annesi Hamide Hatun adına Safranbolu'da bir de vakıf kurmuştur. Ancak Sultan İbrahim'in tahttan indirilmesiyle hâmisini kaybetmiş, siyasi ve idari nüfuzu son bulmuştur. Bütün serveti elinden alındığı gibi sürgün edildiği Mihaliç'te idam edilmiştir. Bu çalışmada Kazasker Hüseyin Efendi, Safranbolu'da yaptırdığı eserler ve kendisine yapılan temlikler ele alınmıştır.
Giriş
Osmanlı kazaskerleri arasında Safranbolulu Hüseyin Efendi gerek bu makama yükselmesi gerek akıbeti açısından dikkat çekici bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira onun kazaskerlik makamına gelişi, devlet hiyerarşisinde geçerli teâmüller dışında gerçekleşmiştir. Sultan İbrahim'in şehzadeliği döneminde yaşadığı öldürülme korkusunun ruh sağlığı ve psikolojisi üzerinde yarattığı rahatsızlıkları okuduğu tesirli dualarla iyileştirerek sultan nezdinde önemli bir mevki kazanmıştır. Kazandığı bu konumu sayesinde devlet içinde siyasi nüfuz ve büyük bir servete sahip olmuştur. Ancak Sultan İbrahim'in tahttan indirilmesiyle ikbal dönemi ve refah günleri sona ermiş siyasi nüfuzuyla bütün servetini sonunda da hayatını kaybetmiştir. Cinci Hüseyin Efendi'nin ilgi çekici hayatına başta kendi dönemindekiler olmak üzere bazı kaynaklarda yer verilmiştir. Diğer taraftan Cinci Hüseyin Efendi'nin hayatı son dönemde yapılan bazı çalışmalarda da ele alınmıştır. Ahmed Refik'in eserlerinde onun hayatı hikâye/roman tarzında anlatılmaktadır. Yapılan çalışmalarda Sultan İbrahim tarafından yapılan temlikler ele alınmamıştır. Osmanlı Arşivi'nde Bolu sancağının tımarları ile Taraklıborlu'da Kadıasker Hüseyin Efendi'ye temlik edilen arazileri gösteren bir mufassal tahrir defteri bulunmaktadır. Bu defterde temlik edilen köy ve mezraalar ayrıntılı olarak kaydedilmiştir.4 Bu çalışmada Cinci Hüseyin Efendi'nin dikkat çeken yönlerine yer verilirken, aynı zamanda kendisine temlik edilen köy ve mezraalar, bunların sınırları ve gelirlerine de makalenin hacmi çerçevesinde yer verilmiştir.
1. Hüseyin Efendi’nin Hayatı
Hüseyin Efendi Safranbolu'da doğmuştur.5 Tam adı, Hüseyin b. Mehmed b. eşŞeyh Karabaş İbrahim Efendi'dir. Efsunculukla uğraştığı için Cinci Hoca olarak meşhur olan Hüseyin Efendi, aynı zamanda Kazasker Hüseyin Efendi olarak da anılmaktadır. Babası Mehmed Çelebi meşhur bir şeyh olarak bilinmektedir. İlk tahsilini babasından alan Hüseyin Efendi, ondan sihir ve efsunla ilgili bilgiler ve tesirli dualar öğrenmiştir. Soyu anne tarafından Sadreddin Konevî'ye kadar uzanmaktadır.6 Dedesi Şeyh Karabaş İbrahim Efendi, Safranbolu'nun ileri gelenlerinden olup, vaizlik yapan salih bir zâttır. Karabaş İbrahim Efendi bir gün Safranbolu'da bir vaazında: “Hak Teâlâ'dan bir bela nâzil olacaktır. Biz feda oluruz, sâir Müslümanlara zarar olmaz” der. Bu konuşmadan sonra şeyhin evinde yangın çıkar. Yangında Şeyh İbrahim beş evladıyla birlikte yanar. Yangından kurtulanlardan biri Hüseyin Efendi'nin babası Mehmed Çelebi ile Hacı Nurullah ve Emrullah Efendi isimli kadıdır.7 Hüseyin Efendi ilim öğrenmek üzere annesiyle İstanbul'a gelmiş, Unkapanı'nın iç taraflarında Fil Yokuşu'nda Hâmid Efendi Medresesi'nde kalmıştır. Evliya Çelebi Ahfeş Efendi'den Molla Cami okurken, Cinci Hoca da Kitâb-ı İzzî'yi okumuştur.8 Ayrıca Süleymaniye medresesinde Berber Biraderi Hasan Efendizâde Şeyh Mehmed Efendi'nin derslerine devam ederek onun hizmetinde bulunmuştur. Hocası Şeyh Mehmed Efendi'nin 1051/1641-1642'de İzmir'e kadı tayin edilmesi üzerine yalnız kalmış, sihir ve efsunculuğu geçim vasıtası haline getirmiş, bu sahada şöhret sahibi olmuştur.9 Ancak başta hocası olmak üzere ve diğer müderrisler nazarında efsunculuğu sebebiyle itibarını kaybetmiştir. Hocası Şeyh Mehmed Çelebi kadı olarak İzmir'e tayin edildiğinde çevresindekiler Hüseyin Efendi'yi de beraberinde götürmesi hususunda ısrarda bulunduklarında kabul etmemiş: “Be hey efendi! Bizim ırzımız vardır. Avrat ve oğlana efsûn okuyan bir sehhâr-ı nâ-bekârı/büyücü, serseriyi bile götürüp mansıbımızda bed nam (kötü ün sahibi mi) mı olalım” diye cevap vermiştir.10 Israrlara rağmen hocası tarafından İzmir'e götürülmeyen Hüseyin Efendi, bir sene geçmeden efsunculuk sayesinde saraya girmiş, padişahın en yakınlarından biri olmuştur.
1.1.Saraya İntisabı
Sultan IV. Murad'ın (1623-1640) ölümünden sonra tahta çıkan Sultan İbrahim (1640-1648), şehzadeliği döneminde kardeşlerinin öldürülmesine şahit olmanın ve sarayda devamlı cellat korkusuyla hapis hayatı yaşamaktan kaynaklanan, “hafakan ve sevdâvî illet”12 denilen hekimlerin çare bulamadıkları bir rahatsızlığa müptela olmuştur. Sultan İbrahim sadrazama yazdığı hatt-ı hümâyûnlarda sıkıntılarını şöyle dile getirerek derman istiyordu: “Sancı deyu yatırum, kâh arkama gelür, irkilür, kulaklarım tıkalur. … şöyle sıkılmam vardır ki ölüyorum, gayetle halim yaman olmuştur, … pek halim mükedder, mizacımda küdûrat vardır, … göreyim seni bu benim derdime nice çare çalışursuz, … beni seversen buna çare bulasın, ona buna sorasın,”13 Hüseyin Efendi'nin babasından öğrendiği efsun ve tesirli dualar14 ve hocası Şeyh Mehmed Çelebi'nin, “yanımda İzmir'e götürüp de kötü nâm sahibi mi olayım”15 diye götürmekten kaçındığı efsunculuğu, onu saraya taşıyarak padişahın yakını haline getirmiştir.16 Medrese arkadaşı Evliya Çelebi'nin ifadesine göre, efsunculuk ve sihir konusundaki şöhreti saraya kadar ulaşan Hüseyin Efendi okuduğu tesirli dualarla çaresizlik içindeki Sultan İbrahim'i iyileştirmiş, onun hocası olmuş, bundan sonra istikbali parlamıştır.17 Annesi Hâmide Hatun'un haremden birine oğlunun tesirli duâlarla ruhi hastalıklara mübtela olanları iyileştirdiğini, padişahı da iyileştirebileceğini söylemesi üzerine Cinci Hüseyin Efendi Mahpeyker Kösem Vâlide Sultan tarafından saraya çağırılmıştır. Gerçekten de padişahı okuduğu tesirli dualarla ruhi sıkıntılardan kurtararak rahatlatmış, hatta çocuk sahibi olmasını sağlamıştır. Bunun karşılığında sultanın maddi ve manevi birçok lütuf ve ihsanlarına nail olmuştur. Devlet ricali arasında önemli mevki ve makamlara çıkmıştır. Böylece şöhreti daha da artan ve Cinci Hoca diye meşhur olan Hüseyin Efendi sarayda padişah nezdinde en etkili kişilerinden biri olmuş, Mahmud Paşa Camii yakınında kendisine dayalı döşeli bir konak/saray tahsis edilmiştir.18 Medrese tahsilini bile tamamlamamış olan Cinci Hüseyin Efendi, Padişah nezdindeki nüfuzunu kullanarak devletin önemli makamlarını birer birer elde etmeye, mal ve servet biriktirmeye başlamıştır. Sultan İbrahim'in emriyle, Şeyhülislam Zekeriyya-zâde Yahya Efendi'nin: “Kânun değildir” diye karşı çıkmasına rağmen 1052/1642'de Sahn-ı Semân ve Süleymaniye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.19 Ulemâ daha bu pâyelerin verilmesini bile hazmedememişken, İstanbul Kadılığı pâyesi verilerek 1052/1643'te Galata kadısı, 1054/1644'te Rumeli pâyesiyle de Anadolu kazaskeri ve padişah hocası (hoca-i sultânî) yapılmıştır. Padişahın emriyle, Anadolu kazaskerliğinden mazul Karaçelebi-zâde Mahmud Efendi'nin kızıyla evlenmiştir. Kazaskerlikten 1056/1646'da azledilmiş aynı yıl tekrar tayin edilmiştir. Azledildiği 12 Receb 1057/13 Ağustos 1647 tarihine kadar iki defa daha aynı görevden alınmış, tekrar iade edilmiştir.20 Padişah'ın yanından ayrılmayan Cinci Hoca'nın sultana yakınlığı sadrazam ve Vâlide Sultan'dan daha ileri dereceye varmış, Edirne'ye giden padişaha Cinci Hüseyin Efendi arkadaşlık etmiştir.21 İlmi yeterliliği ve devlet tecrübesi olmadığı halde tayin ve görevden almada padişaha yakınlığını kullanarak şeyhülislamın yetkisine de müdahalede bulunmuştur. Medrese eğitimini dahi tamamlamamış birinin hak etmediği ilmi mertebe ve mansıplara yükselmesi (hiyerarşi/silsile-i merâtibin ayaklar altına alınması) ulemâ arasında rahatsızlık meydana getirmiştir.22 Dönemin veziriazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın devlet gelirlerini artırmaya, masraflarını azaltmaya yönelik askeri, idari ve ekonomik alanda birtakım düzenlemelere kalkışması saray halkı ve nüfûzlu kişilerine menfaatlerine dokunduğundan epeyce düşman kazanmıştı. Başta Vâlide Kösem Sultan olmak üzere Silahtar Yusuf Paşa ve Cinci Hoca bunlar arasında yer alıyordu.23 Cinci Hoca ikbalinin önünde engel olarak gördüğü Vezîriazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'yı saraydaki nüfûzunu kullanarak 1053/1644'te katlettirdikten sonra Anadolu Kazaskerliği'ne getirilmiştir.24 Diğer taraftan mal ve servet biriktirme hırsıyla hareket eden Cinci Hüseyin Hoca, kadılıkları ve devlet görevlerini rüşvet karşılığında dağıtmaya başlamıştır. Mekke kadılığına Fetva Emini Mehmed Çelebi beş bin kuruş vererek atanmıştır.25 Tavil Ahmed Ankara nâibliğine dört bin kuruş, Kadı İsmail de Kayseri kadılığına üç bin kuruş karşılığında tayin olunmuştur. Mülakkab Muslihuddin Şam kadılığına on dokuz bin kuruşa, Siyami Efendi Selanik kadılığına on bin kuruşa sahip olmuştur. Arpalık kavgası ve mansıp alış-verişi işleri, rezalet boyutuna çıkmıştır. Hüseyin Efendi'nin yaptığı suistimaller padişahın kulağına kadar gitmiş, nefretini kazandırmıştır.26 Vüzera, vükela gibi ileri gelen devlet görevlilerinin rüşvete bulaşmaları bir yana, devlet bütçesine konulması ve Girit'te savaşan orduya gönderilmesi gereken paralar, padişahın etrafındaki birkaç kişiye ihsan olarak verilir hale gelmiştir.27 Devletin idari ve ekonomik istikrarı sarsılmış, Sultan İbrahim'in sekiz yıl süren saltanatında dört şeyhülislam değişmiştir. Safranbolu'dan İstanbul'a geldiğinde duası ve nefesinden başka bir şeyi olmayan, büyücülük ve efsunculukla meşhur olan Hüseyin Molla kısa zamanda Kazasker Hüseyin Efendi olmuştur. Kazasker Hüseyin Efendi'nin iki seneyi aşkın devam eden ikbal günlerine nazar değmiş, mal biriktirme hırsıyla görevini kötüye kullandığı ve rüşvet aldığına dair söylentilerin ayyuka çıkması ve padişahın kulağına kadar gitmesi üzerine gözden düşmüş, 1647'de muhteşem sarayından çıkarılmıştır. Söz konusu saray daha sonra padişahın kız kardeşi Cevher/Gevher Sultan'a tahsis edilmiştir.29 Bundan sonra hocanın bütün düzeni bozulmuş, aynı yıl içinde önce İznik'e, burada sekiz gün kalıp İstanbul'a döndükten birkaç gün sonra da Gelibolu'ya sürgün edilmiştir.30 On gün sonra İstanbul'a dönmüşse de umduğu iltifatı göremediği gibi Sultan İbrahim'in tahttan indirilerek 1058/1648'de öldürülmesiyle de hâmisini kaybetmiş oldu. Cinci Hüseyin Efendi'ye öteden beri kin ve düşmanlık besleyenlerin eline önemli bir fırsat geçmiş oldu. Sultan IV. Mehmed'in tahta çıkması Cinci Hoca için sıkıntılı günlerin başlaması anlamına geliyordu. Mazul Kazasker Hüseyin Efendi bundan sonra birçok zorluklarla yüz yüze gelmeye başladı. İkbal günlerinden (1053-1057/1643-1647) sonra sahip olduğu mevki ve makamını kaybetti. Bir ay kadar sadrazam Sofu Mehmed Paşa'nın sarayında hapsedildi.
1.2.Serveti ve Âkıbeti
Cinci Hüseyin Efendi Sultan İbrahim zamanında, işini gördürmek isteyen ve şerrinden korkan halktan ve ulemadan aldığı hediyeler ve rüşvetlerle kısa zamanda çok mal biriktirmiştir.32 Kazaskerliği döneminde bedelsiz ve rüşvetsiz vermediği devlete ait makamlar ve tevcihlerden aldığı paralarla servetini artırmış, İstanbul'da bina ettiği sarayın muhtelif yerlerine saklamıştır.33 Kethüdâsı Hacı Nurullah bile iki sene önce çarşıda müflis birisi iken onun sayesinde o da servet sahibi olmuştur.34 Sultan İbrahim'in katledilmesinden sonra oğlu IV. Mehmed (1648-1687) tahta çıkmıştır. Tahta çıkan yeni padişahın askere vereceği cülûs bahşişi için hazinede para kalmadığından Cinci Hoca'dan iki yüz kese akçe yardımda bulunması istenmiştir. Evliya Çelebi, Sultan İbrahim'in hazineyi Cinci Hoca, Şekerpâre, Telli Haseki gibi kişilerle birçok musahiplere harcadığını belirtmektedir. Çünkü bunların padişahın yanından bir an bile ayrılmadıklarını hatta padişaha sadrazam ve validesinden daha yakın olduklarını ve bu sayede kendilerine büyük gelirler tahsis edildiğini ifade etmektedir.35 Hüseyin Efendi kendisinden iki yüz kese akçe isteyen vezîriazama, beni yeni padişaha hoca yaparlarsa yüz kese akçe vereceğim diye haber göndermiştir. Fakat onun gerçek niyetinin bozgunculuk olduğu, bu talep ve teklifinin kanunsuz işler yapmak için yeni bir fırsat arayışı olarak değerlendirilmiştir. Veziriazamın cülûs bahşişi için istediği 200 kese akçeyi parası olduğu halde vermek istemeyince Sadrazam Sofu Mehmed Paşa'nın36 emriyle Çavuşbaşı Abdülfettah Ağa tarafından evi basılmıştır. Kayınpederi Mahmud Efendi Cinci Hüseyin Efendi'ye nasihatte bulunarak, Süleymaniye vakfından haksız olarak aldığı vazifeyi ve istenen parayı vermesini tavsiye ettiyse de Hüseyin Efendi: “Ben mertlikle adam oldum. Canım tende iken onlara bir akçe vermem” diye cevap vermiştir. Kethüdâsı Hacı Nurullah'ın, bu kadar parayı sana yedirmezler, hiç olmazsa kırk elli kese akçe vermesini tavsiye etmesi üzerine; getir şu keseleri ayarı düşük, eksik ve silik kuruşları, kırık altınları ayırıp bir miktar akçe verelim demiştir. Ayarı düşük paraları seçmekle meşgul iken Çavuşbaşı Abdülfettah Ağa tarafından evi basılınca kaçarak bir odada hasırın altına saklanmıştır. Saklandığı yerde hocayı yakalayan çavuşbaşı kinâyeli bir şekilde: “Efendi, önceden yüce ruhları çağırırdı. Şimdi süfli/cinleri çağırmak için hasırın altına girmiş” diyerek hocanın efsunculuğuna göndermede bulunmuştur. Hüseyin Efendi de çavuşbaşına ve yanındakilere: “Bire asılacaklar! Ben kazasker ve ulema değil miyim? Çekin elinizi bire habisler! diye çıkışmış, çavuşbaşı ise konuşturmayın şunu alın götürün diye emir verince sille tokat yakalandığı yerden yaka-paça sadrazamın huzuruna getirilmiştir. Sadrazam tekrar cülûs bahşişi için iki yüz kese akçe yardımda bulunmasını isteyince: “Ben parayı saraya ve kitaba verdim. Paramın tamamı elli kese akçe yoktur” diye parasını inkâr etmiştir. Sadrazamın bütün ısrarlarına rağmen yemin ederek, vermemekte direnmiştir. Bu arada kayınpederi Mahmud Efendi'nin kethüdası üstünü başını düzeltirken: “Hey Efendi! Allah yardımcın olsun. Tamahkarlığın ve hırsın seni bu hale getirdi. Sonun nasıl olacak? Söz tutmadın, biz ne yapalım” deyince, Hüseyin Efendi: “Behey çelebi! Benim suçum nedir? Bana Allah'ın verdiği malı bu zâlimlere göz göre göre verip fakir mi kalayım? Emir şerîatindir” diye karşılık vererek istenen parayı yine vermemekte ısrar edince, kethüdası Hacı Nurullah ile birlikte hapsedilerek işkence ve eziyete maruz kalmıştır.37 Evinde yapılan aramada bohçalarla hediyeler, iki sandık dolusu altın ve mücevher ile elliden fazla samur kürk bulunmuş ve hepsine el konularak Paşa Kapısı'na taşınmıştır. Hüseyin Efendi cehaletinden ve akılsızlığı yüzünden biriktirdiği binlerce keselik malın kendisine kalacağını zannederek yanılmıştır.38 Kazaskerliği döneminde yazdığı rûznâmeler getirtilerek kadılık, müderrislik gibi makamlara bizzat kendi yaptığı atamalardan ve padişahın yanındaki nüfuzunu kullanarak yaptırdığı tevcihlerden aldığı hediye, mal ve paraların miktarının üç bin keseyi aşkın olduğu tespit edilerek zorla tahsili kararlaştırılmıştır. Paralarını ve mallarını nereye sakladığını söyletmek için Cellat Kara Ali, Cinci Hoca'nın hapsedildiği yere gönderilmiştir. Cellat Kara Ali'nin gönderilmesi üzerine işin ciddiyetini kavrayıp, işkence korkusuyla hem kendisi hem kethüdası Hacı Nurullah duvarlara, merdiven altlarına ve toprağa sakladıkları paraların ve altınların yerini söylemek zorunda kalmışlardır.39 Söyledikleri yerlerde ve evinde yapılan kazılarda on iki güğüm çil akçesi ve eski-yeni 70 bin kuruşu olduğu anlaşılmıştır. Evdeki şahsi eşyalarına ve diğer emvaline dokunulmamıştır. Veziriazam, Cinci Hoca'nın kayınpederi Mahmud Efendi'ye de kızının mehr-i müecceli olarak bin altın göndermiştir.40 Cinci Hoca'nın ele geçirilen ve IV. Mehmed'in cülûs bahşişi olarak dağıtılan bu paralara halk arasında Cinci akçesi denilmiştir. Cinci Hoca sanki IV. Mehmed'in cülûs bahşişi için para biriktirmiş oldu. Zira cülûs bahşişinin neredeyse tamamına yakını onun parasıyla ödenmiştir. Cülûs bahşişi olarak dağıtılan 1.958.400 duka altının 1.920.000'nin Cinci Hoca'nın parası olduğu belirtilmektedir.41 Bu kadar serveti birkaç sene içinde devlet ricalinden aldığı rüşvetler ve haksız yollarla elde ettiği iddia edilmektedir.42 Öte yandan sahip olduğu altın ve gümüş kap kacağının değerinin yaklaşık 200 kese akçe olduğu ifade edilmektedir. Bunlarla birlikte bütün kıymetli eşyaları müsadere edilmiştir. Kazaskerliği zamanında Süleymaniye vakfından haksız olarak almakta oldukları kendisi için günlük 500, kethüdası Hacı Nurullah için 200 akçenin geriye dönük hesabı yapılarak 15 bin akçe vakfa iade edilmiştir. Ayrıca Sultan İbrahim döneminde Safranbolu ve Bolu sancağında kendisine temlik ettirdiği köy ve mezraaların43 mülknâmeleri de elinden alınmıştır.44 Kethüdası Hacı Nurullah'ın da yüz elli kese akçesi alınarak serbest bırakılmıştır. Cinci Hüseyin Efendi ise bir süre hapiste kaldıktan sonra İbrim Mirlivâsı olarak Mısır'a sürgün edilmiştir.45 Kumkapı'dan bir kayıkla yola çıkmıştır. Karacabey'e/Mihaliç'e geldiğinde yakalandığı nikris hastalığı yolculuğa devamına imkân vermeyince han seçilmesinde etkisi olduğu46 Kırım Han'ı III. İslam Giray'ın (1644-1654) tavassutuyla Mihaliç'te kalmıştır.47 Ancak Cinci Hoca biriktirdiği bunca servetine el konulmasını hazmedememiş, mallarına haksız yere el konulduğu yolundaki söylentiler, şüphe uyandıran hareketler ve taraftarlarının kargaşaya sebebiyet vereceğine dair bir takım dedikodular yüzünden ve Kırım hanının şefaatiyle İstanbul'a döner, problem çıkarır endişesiyle hakkında idam kararı verilmiştir. İdam kararını icra etmek üzere gönderilen Limnili Hüseyin Çavuş'a: “Nedir Çavuş, müjde ile mi geldin,” sorusuna karşılık çavuşun idam fermanını eline vermesi üzerine müsaade isteyerek, abdest alıp namaz kıldıktan sonra Şevval 1058/Ekim-Kasım 1648'de katledilmiştir.48 Esasen Sultan İbrahim'in son zamanlarında Sofu Mehmed Paşa'yı veziriazam tayin ettiren isyancıların önde gelenleri tarafından daha önce katledilecek iken, kayınpederi Mahmud Efendi'nin gayretiyle kılık/elbisesini değiştirerek canını kurtarmış, fakat hakkında takarrür eden âkibetten kurtulamamıştır.49 Torunlarından birinin ifadesine göre kabri Yeşil türbenin kapısı yanında bulunmaktadır.50 Cinci Hüseyin Efendi uluvv-i himmetiyle meşhur, servet sahibi olmakla maruf, döneminde sözünün geçmesiyle mevsuf, bahtının açık olması sayesinde herkesin arzu ettiği makam olan kazaskerliğe vâsıl ve büyük bir servete nâil kişi olarak tanımlanmıştır.
2. Hüseyin Efendi'nin Kişiliği
Cinci Hoca olarak meşhur olan Evliya Çelebi ve Mehmed Halife gibi müellifler tarafından cahil olarak nitelendirilen Hüseyin Efendi, Sultan İbrahim'in gözdelerinden Şekerpâre Kadın ve Silahtar Yusuf Ağa sayesinde padişah üzerinde önemli bir nüfuz sahibi olmuştur. Dönemin siyasi hadiselerinin içinde bulunmuş, vazife tevcihlerinde belirleyici rol oynamış, kendisine engel ve karşı olan Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Faik Paşa gibi devlet adamlarının katledilmesinde etkili olmuştur. Tarihi kaynaklarda vezir Kemankeş Kara Mustafa Paşa zamanında korkusundan saraya ve sultana yanaşmazken ondan sonra sultana yakınlaşmış, ikbali açılmış ve büyük bir servet sahibi olmuştur. Diğer taraftan usûlsüz olarak müderrislik pâyesi verilmesine karşı çıkan Şeyhülislam Zekeriya-zâde Yahya Efendi'nin itibarını sarsmış, mal mülk kazanma hırsıyla birçok yolsuzluklar yapmıştır. Kayınpederi Karaçelebi-zâde Mahmud Efendi'nin de desteğiyle kadıaskerliği zamanında ilmiyeye ait görevleri/mansıpları rüşvet karşılığında satarak, kısa zamanda Karun'un hazînelerini andıracak büyüklükte bir servet edinmiştir. Böylece Kazasker Hüseyin Efendi XVII. yüzyılın dikkat çeken önemli simalarından biri haline gelmiştir.
3. Hüseyin Efendi'ye Yapılan Temlikler
Temlik, bir hükümdarın sultanlık yetkisini kullanarak mîrî araziden veya şahıslardan devlete intikal eden arazi ve binalardan bazı yerleri devlete hizmet etmiş kimselerden istediklerine mülk şeklinde tahsis etmesidir. Yapılan tahsisata ilişkin belgeye de temliknâme/mülknâme denilmektedir. Temlik edilen mülkler, mülknâme-i hümâyun ve temlîk-i sahîh ile yapılmışsa vakfa dönüştürülmesi mümkün görülmüştür.56 Bu çerçevede kurulmuş veya kurulacak olan bir vakfa gelir kaynağı sağlamak için temlikler yapıldığını gösteren birçok örnek bulunmaktadır. Temlik edilen arazilerin Defterhâne-i Âmire'deki kayıtları düzeltildikten sonra kadı ve bölgenin ileri gelenlerinden oluşturulan komisyonlar tarafından yerinde yapılan tespitle temlik edilen köylerin sınırlarını belirten sınırnâme düzenlenmiştir. Osmanlı sultanları birtakım yerleri bütün haklarıyla nesilden nesile intikal edecek şekilde istedikleri kişilere bedelsiz bağışlamak suretiyle kendilerinde temlik etme hakkını görmüşlerdir. Sultan İbrahim de Anadolu Kazaskeri Hüseyin Efendi'ye (Cinci Hoca) 66.925 akçe geliri olan o dönemde Bolu sancağına bağlı köyleri bütün hak ve resimleriyle ebediyet kaydıyla temlik etmiştir. Temliknâmenin girişinde seleflerinin bir kısım ulemâya arazi ve köyleri temlik ettikleri gibi Sultan İbrahim de dini meseleleri halletmesi, hakikat hazinelerinin anahtarı, ulemânın en bilginlerinden, din ve devlete müteallik pek çok iyiliklere ve güzelliklere vesile olması sebebiyle izzet ve ikrama layık olduğundan, Anadolu Kazaskeri Hüseyin Efendi'ye bazı pâye ve makamların yanı sıra deftere kaydedilen köyleri ve arazileri mülk olarak vermiştir. Böylece söz konusu köyler hatt-ı hümâyûn ile Hüseyin Efendi adına temlik olunmuştur. Buna binaen defter-i icmalde mülkiyet şeklinde kaydı düzeltilerek Hüseyin Efendi'ye mülk-nâme-yi hümâyûn verilmiştir. Yukarıda adı geçen 67.090 akçe gelire sahip zeâmet ve tımarlı köyler, mezraalar ve bunların sınırları dahilindeki araziler, meralar, dağlar-tepeler, ağaçları, nehirleri bütün hakları ve buralara bağlı yerler her şeyiyle, yâve, kaçgûn, bâd-ı hevâ, cürm ü cinâyet, resm-i ganem, öşür gibi şerî ve örfi vergileriyle devlet bütçesine veya hazine-i hassaya ait belirlenmiş osun belirlenecek olsun bütün gelirleriyle Hüseyin Efendi'nin mülkü olarak tescil edilerek, kendisinin ve soyundan gelenlerin nesilden nesile mutasarrıf olması hükme bağlanmıştır. Hüseyin Efendi, mülkü haline dönüştürülen bu arazileri istediği şekilde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir; dilerse satabilir, başkasına bağışlayabilir, isterse vakfedebilir. Herhangi bir sebep ve gerekçeyle hiç kimsenin tasarrufuna engel olmaması, yapılan bu temlikin bozulmaması ve tatil edilmemesi kayda geçirilmiştir. Her kim bu mülkiyeti bozmaya ve değiştirmeye kalkarsa günahı değiştirenlerin üzerinedir. Mülknâmenin padişahın tuğrası, veziriazam, vezirler, Rumeli kazaskeri, defterdar ve kâtiplerin imzalarıyla kanunlara uygun olduğu onaylanmıştır. Sultan İbrahim, Hüseyin Efendi'ye Bolu sancağına bağlı Bolu ve Taraklıborlu ve Viranşehir ve Kızılbel ve Eflani, Onikidivan ve Şehabeddin ve Küçnovi (?) ve Divrikan kazalarında sınırları belirlenen arazileri mülkname ile temlik ve ihsan etmesi üzerine toprak kadılarına bir emir yazılmıştır. Bu emirnâmede âdil ve tarafsız kişiler huzurunda hudutları ve sınırları belirlenen ve Hüseyin Efendi'ye mülknâme-i hümâyun ve hatt-ı hümâyunla Sultan İbrahim tarafından temlik edilmiş köyler/arazilerin miktarı, mutasarrıfları ve gelirlerinin miktarları şöyledir. Yapılan temlikin bağlayıcılığı ve tasarruf hakkına ilişkin husus da açıkça belirlenmiştir. Nitekim yukarıda zikredilen köyler ve mezraların hudut ve sınırları dahilinde olup, ifraz ve ihracı mümkün olmayan has, tımar, mülk veya vakıf arazilerin tamamı, hatt-ı hümâyunla Hüseyin Efendi'ye hibe ve temlik edilmiş, icmal ve mufassal defterlerdeki kayıtlar nişancı tarafından temlike binaen tashih olunmuştur. Diğer emlak ve arazi sahipleri, mülklerini tasarruf konusunda hangi haklara sahip ise, Hüseyin Efendi de adı geçen köy, mezraalar ve bunların içinde yer alan arazi, mera, dağ-tepe, ağaçlar, nehirler/akarsularla belirlenen ve belirlenecek olan bütün şerî ve örfi vergileriyle kıyamete kadar mülkü olup, dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Temlik edilen bu emlak, kendisinden sonra da nesilden nesile evlatlarına intikal edecektir. Dilerse satar, dilerse başkasına bağışlar, dilerse vakfedebilir. Hiçbir sebeple veya herhangi bir şekilde kimse Hüseyin Efendi'nin istediği gibi tasarruf etmesine mâni olmayacaktır. Her kim bu mülknameyi/temliki iptal etmeye, değiştirmeye ve başka bir şekle dönüştürmeye kalkışacak olursa Allah'ın cezasına/azabına mazhar olup dünya ve ahirette/dâreynde mahcub olsunlar şeklinde beddua edilmektedir. Alâmet-i şerife itimat kılsınlar, mazmun-i hümâyûnum muhakkak ve musaddak bilip itimad-ı tâm itikâd-ı meâl-i kelam kılalar. Bu temliknâmenin kanuna ve usule uygun olduğu başta veziriazam, diğer vezirler, defterdar ve tevkiî tarafından tasdik edilmiştir.
3.1.Temlik Edilen Köyler
Kazasker Hüseyin Efendi’ye temlik edilen Kirpe, Konari, Keçibeli, Akviran, Kadıbükü, Çeçen, Kuzyaka, Kılavuzlar, Semali, Karabük, İshak, Tutaş, Çomaklar, Göğer, Pınarcıközü, Öküzviran, İlmen, Kuzkili, Yunuslar, Kuğum, Ulugeçit, Berk, Çakşe, Pulat, Alınviran, Davudobası, Ömer Sofi ve Memikli köylerinin sınırları tapu kayıtlarında ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Buna istinaden temlik edilen yerlerin sınırlarını gösteren bir sınırnâme düzenlenmiştir. Bu sınırnâme yerinde tarafsız kişiler tarafından tescil ve tahrir edilmiştir. Başta Uluborlu kadısı el-Hac Abdülvehhab olmak üzere temlik edilen kaza kadıları heyetler oluşturarak, köylerin sınırlarını yerinde tayin ve tespit etmişlerdir. Buna göre, Taraklıborlu kazasında Yazı isimli köyün sınırı, şehirden gelen Uluyol altında vakıf deresini takip ederek Havaclıhan (?) deresine, oradan yine dere boyunca Çörtükçü (?) denilen yere, oradan dere yanı sıra Araç ırmağına, oradan ırmağı takip ederek Köklü köprüsüne, oradan Değirmen deresi çayı sıra Gökçiflik deresine, oradan çayın yanı sıra Kırkpınar dere bendine, oradan Irgatyolunu takip ederek adı geçen vakıf deresine kadar olan yerleri kapsamaktadır. Diğer köylerin sınırları da benzer usulle tayin ve tespit edilmiştir. Bunların tamamına burada yer vermek bu makalenin hacmini aşacağından bir örnekle yetinilmiştir.
3.2.Hüseyin Efendi'ye Tanınan Muâfiyetler
Kazasker Hüseyin Efendi'ye temlik edilen köy, mezraa ve çiftliklerde sakin olan ve toprakları işleyenlerin vermekle mükellef oldukları vergiler bulunmaktaydı. Bu arazilerin Hüseyin Efendi'ye temlik edilmesiyle kendi mülkü gibi tasarruf hakkına sahip olan Hüseyin Efendi, bütün vergilerden muaf tutulmuştur. Bu çerçevede adı geçen emlâkin reâyâsı Osmanlı vergi sistemi içinde yer alan avârız-ı divâniyyeden, tekâlif-i örfiyye ve şâkkadan , bedel-i mekkâri bedel-i sürsat, bedel-i nüzûl ve benzeri vergilerin tamamından muaf sayıldıkları gibi beylerbeyi ve sancakbeyi tarafından selamiye ve nakl-i baha ve devr akçesi ve subaşı ve çeribaşı ve yağ ve bal ve arpa ve saman ve odun ve koyun ve kuzu ve tavuk ve ördek ve güvercin teklifinden ve tersâne-i âmireye müteallık gemi kerestesi ve zift ve körük ve seren ve top arabası mühimmatı teklifinden ve konuk ve köçek akçesi teklifinden ve bedel-i siyaset ve öşr-i diyet akçesinden ve hisar yapmaktan ve ulaktan ve suhreden ve cizye horden ve kılavuzluk alınmaktan istisna tutulmuşlardır. Ayrıca yerlerinden kaldırılmamaları, resm-i bennâk, resm-i çift ve çift bozan adı altında para alınmaması ve hiçbir surette müdahalede bulunulmaması konusunda muafnâme verilmiştir. Bundan sonra gerek sultan dahil her kademeden devlet ricalinden gerek başkaları tarafından hiçbir sebeple ve hiçbir gerekçeyle müdahale edilmemesi kayıt altına alınmıştır. Bunu değiştirmeye kalkanlar: “Kim vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, bunun günahı değiştirenin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir” âyeti gereği azabın şiddetlisine maruz kalsınlar, her iki cihanda yüzleri kara olsun, gazaba uğrasınlar denilmektedir.
4. Hüseyin Efendi'nin Yaptırdığı Eserler
Bilindiği üzere Cinci Hoca lakabıyla anılan Hüseyin Efendi, şehzadeliği döneminde yaşadığı korku dolu yılların verdiği ruhi rahatsızlıklardan Sultan I. İbrahim'i iyileştirerek padişah nezdinde önemli bir mevki kazanmış ve kazaskerlik makamına kadar yükselmiştir. Padişaha yakınlığını ve sahip olduğu kazaskerlik makamını kullanarak kısa zamanda önemli bir servetin sahibi olmuştur. Sahip olduğu mülk ve zenginlik sayesinde İstanbul'da ve memleketi Safranbolu'da saraylar, han, hamam gibi birçok eser vücuda getirmiştir.
4.1.Cinci Hanı
Tarih boyunca ticaret kervanlarının yolları üzerinde bulunan Safranbolu'da Cinci Hanı olarak bilinen iki katlı han, konaklama ve ticaret merkezi olarak işlev görmüştür. Safranbolu'da XII. yüzyıl eserlerinden olan Cinci Hanın her ne kadar kitabesi bulunmadığı için Anadolu Kazaskeri Hüseyin Efendi tarafından yaptırıldığının kesin olarak bilinmediği ifade edilmekteyse de Cinci Hoca tarafından mükemmel bir han olarak yaptırıldığı kabul edilmektedir.85 Hüseyin Efendi'nin doğum yeri Safranbolu'da yaptırdığı Cinci Hoca Hanı Mimar Kasım tarafından inşa edilmiştir. Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte, Cinci Hoca'nın ikbal devirlerinde (1644-1648 yılları) yapıldığı tahmin edilmektedir. Annesi Hâmide Hatun adına tanzim edilen vakfiyesi 15 Safer 1055/12 Nisan 1645 tarihini taşımaktadır.88 Cinci Hanı iki katlı tek avlulu zemin kattaki ahır kısmı avluya bitişik olup, üst kat ise, yolcuların kalacakları üzeri tonozla örtülü odalar şeklinde inşa edilmiştir. Diktörgen şeklindeki avlunun ortasında bir havuz bulunmaktadır. Tuvaletler ve depolar da zemin kattadır. Kasabanın kâgir binalarında saklanan ziynet eşyaları meydana gelen yangınlarda zayi olduklarından han odalarında muhafaza edildiği kaydedilmektedir.Hanın ilk yapıldığında 65 odası bulunurken, sonradan odaların bölünmesiyle bu sayı 180'e çıkarılmış ve şahıslara kiralanmıştır. Diğer taraftan iki katlı hanın abartılı bir şekilde üç yüzden fazla odası olduğu da belirtilmektedir. Zemin katında 26 oda ile iki mahzeni bir ahırı, üst katında 37 oda, bir mescidi ve ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Ahırın büyüklüğü 300 m2 avlu ise 250 m2 'dir. Hana dışarıdan gelenlerin görülebilmesi için ana kapının üzerinde çıkıntılı bir gözetleme kısım yer almaktadır. 17. yüzyılda İstanbul-Bolu-Amasya-Tokat-Sivas kervan yolunu Sinop'a bağlayan ticaret yolunun Gerede-Safranbolu-Kastamonu üzerinden geçmesi Safranbolu'nun önemli bir ticaret ve konaklama merkezi olmasında etkili olmuştur. Bu dönemde Cinci Hanı da konaklama için önemli bir işlev görmüştür. Tarihi süreç içinde ticaret yollarının değişmesiyle Cinci Hanı da işlevini yitirmiş, 19. yüzyıldan itibaren han odaları farklı kişilere kiralanarak bunlar tarafından depo ve değerli eşyaların muhafaza edildiği mekanlar olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cinci Hanı her ne kadar orijinal özelliklerini kısmen kaybetmiş olsa da bugün hala ayakta olup, 2001 yılında yapılan restorasyon çalışmasından sonra 2004 yılından itibaren otel ve restoran olarak hizmet veren bir işletmeye dönüştürülmüştür
4.2.Cinci Hamamı
Safranbolu'da Cinci Hamamı (Yeni Hamam) adıyla bilinen hamam da han ile aynı tarihlerde bir vakıf eseri olarak yapılmıştır. Vakfiyeden ve arşiv kayıtlarından da handan başka bir de hamam olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hüseyin Efendi'nin annesi Hâmide Hatun vakfına ait olan hamam 1268/1852 senesinde 1.200, han ise 800, kuruşa kiralanmıştır. Vakfın o tarihteki mütevellilerinin de Hacı Abdullah Ağa, Feyzullah Ağa ve Ahmed Ağa olduğu kaydedilmektedir.
4.3.Sarayları
Cinci Hüseyin Efendi kazasker olduğu dönemde İstanbul'da 1054/1644-1645'te içinde yetmiş seksen semmur kürklü hizmetçinin bulunduğu büyük bir saray yaptırmıştır. Görenleri hayrete düşüren bu muhteşem sarayın yapımı için padişahın emriyle kendisine iki yüz yük akçe verilmiştir. Evliya Çelebinin Civan Kapıcıbaşı Mehmed Paşa Sarayının karşısında olduğunu belirttiği Cinci Hoca sarayının İstanbul'un en mükellef saraylarından olduğu anlaşılmaktadır. Hüseyin Efendi, Hâmid Efendi medresesinden arkadaşı olan Evliya Çelebi'yi sarayına davet ederek sohbet etmiş ve ona ikramlarda bulunmuştur. İki buçuk yıl öncesine kadar bu sarayın olmadığını belirten ve hayırlı olmasını dileyen Evliya Çelebi'ye, medrese köşesinde ilimle meşgul olduğundan Cenâb-ı Hak'kın ilmin bereketiyle bu sarayı lufettiğini, Üsküdar'da ve kendi memleketinde, daha başka yerlerde kendisine birçok çiftlikler ve çeşit çeşit nimetler ihsan ettiğini belirtmiştir. Arkadaşı Evliya Çelebi'ye gümüş eyerli Gazneli Sultan Mahmud'un fili gibi bir küheylan hediye etmiştir. Ayrıca evine şeker, kahve, bal, yağ gibi yiyecekler göndermiştir. Cinci Hüseyin Efendi'nin Safranbolu'da kâgir ve büyük bir sarayı olduğu, bu sarayın yerine hükûmet konağı inşa edildiği bildirilmiştir. Ancak Safranbolu eski hükûmet konağının Cinci Hoca'nın sarayına ait kalıntılar üzerinde olmayıp, Candaroğulları döneminde de idare merkezi olarak kullanılan ve kale denilen tepe üzerinde olduğu belirtilmektedir. Cinci Hoca'nın sarayının ise muhtemelen bugünkü Kalealtı İlkokulu'nun kuzeyinde duvarlarının yıkıntı halde bulunduğu ifade edilmektedir. Söz konusu han, hamam ve sarayı da kapsayan vakıf, Cinci Hoca'nın annesi Şeyh İshak Efendi'nin kızı Hâmide Hatun adına 1645 tarihinde tescil edilmiştir. Kendisi hayatta iken, vakfı annesinin adına tesis ettirmesinin kesin bir cevabı olmamakla birlikte, el konulmasına mâni olmak ihtimalini hatıra getirmektedir.
4.4.Diğer Eserleri
Üsküdar İnâdiye'de Has Odalı Ahmet Ağa Sebilinin önünde vaktiyle Cinci Kuyusu olarak bilinen ve Meşhur Cinci Hüseyin Efendi tarafından açtırıldığı tahmin edilen, fakat bugün mevcut olmayan bir kuyu bulunmaktaydı. Cinci Hüseyin Efendi'nin kaynaklarda yeri belirtilmeyen Üsküdar'da bir de sarayından bahsedilmektedir. Yanında bir de hamamın bulunduğu ifade edilen bu sarayın 1645 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak Hüseyin Efendi'nin Üsküdar'da açtırdığı belirtilen kuyu ile yaptırdığı söylenen sarayı ve hamamının birbirine yakın yerlerde olması muhtemeldir.
Sonuç
Safranbolulu Hüseyin Efendi, Osmanlı Tarihinde dikkat çekici bir sima olarak yer almıştır. Onu dikkat çekici sima haline getiren husus, efsunculuğu sayesinde devlet nezdinde önemli mevkilere sahip olmasıdır. Memleketi Safranbolu'da sıradan bir kişi olan Hüseyin Efendi'nin medrese tahsili için İstanbul'a gitmesiyle hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Burada bir taraftan medrese tahsiline devam ederken, bir taraftan da efsunculukla uğraşan Hüseyin Efendi'nin şöhretinin saraya kadar ulaşması üzerine hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Şehzadeliği döneminde her an öldürüleceği korkusuyla yaşayan ve bu sebeple ruhi birtakım hastalıklara maruz kalan Sultan İbrahim, Hüseyin Efendi'nin uyguladığı tedavi yöntemleri ve okuduğu tesirli dualarla iyileşmiştir. Bundan sonra Hüseyin Efendi “Cinci” lakabıyla anılmaya başlamıştır. Böylece saraya intisap ederek Sultan İbrahim'in hocası makamına kadar yükseltmiştir Medrese tahsilini bir tarafa bırakan Cinci Hüseyin Efendi, Sultan İbrahim nezdinde elde ettiği itibar sayesinde bazı pâyelere, birçok ikramlara ve ihsanlara mazhar olmuştur. Devletin en üst makamlarından biri olan kazaskerlik makamına kadar yükselmiştir. O dönemde Bolu sancağına bağlı bulunan Safranbolu ve civarında onlarca köy kendisine mülk olarak verilmiştir. Ancak ne ilmi ne devlet tecrübesi olan Cinci Hüseyin Efendi, bu hızlı yükselişi hazmedememiştir. Bulunduğu makamda bir devlet adamı ciddiyeti ortaya koyamamış, sahip olduğu makamı ve siyasi gücü, kendi menfaati doğrultusunda kullanmıştır. Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa gibi önemli devlet ricalinin katledilmesinde etkili olmuş, rüşvetle iş görmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Kısa zaman içinde çok büyük bir servetin sahibi olmuş ise de bu hızlı yükselişin ardından çok geçmeden başta elde ettiği makamı, serveti ve nihayet 1058/1648'de hayatını kaybetmiştir. Geriye Safranbolu'da annesi Hâmide Hatun adına kurduğu vakıf eserlerinden Cinci Hanı, Cinci Hamamı olarak bilinen bazı eserler kalmıştır.
Yorum Sayısı : 0