Bir İstanbul Methiyesi: Dasitan-ı Medhiyye-i İstanbul
Doç. Dr. Cuma KARAN 2024-10-08
Öz
Mekân edebî eserlerin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bazen mekân insan ruhuna tesir etmiş, bazen de insan ruhu mekânın yeniden şekillenmesi noktasında etkili olmuştur. Mekân unsurunun klasik Türk şiirindeki yansıması genel itibarıyla şehirler şeklinde olup bu şehirlerden en çok İstanbul kaleme alınmıştır. Gerek merkezden gerekse taşradan olsun, divan şairleri İstanbul’a olan hayranlıklarını şiirlerinde dile getirmiş ve sürekli İstanbul’da bulunmayı arzu etmişlerdir. İstanbul’un ele alındığı türlerden biri de şehir methiyeleridir. Şehirlerin övgülerine yer veren şehir methiyelerinin sayısı bugün itibarıyla 60’tır. Bu çalışmada XIX. asır şairlerinden Ahmed’in Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul başlıklı şehir methiyesi ele alınmıştır. Çalışmanın amacı daha önceki bazı çalışmalarda ismi zikredilen Methiye’yi geniş bir şekilde ele almaktır. İlk bölümde manzumenin müellifiyle ilgili bilgilere yer verilmiştir. Şiirin şekil özelliklerinin ele alındığı bölümde Ahmed’in methiyesindeki aruz, kafiye ve redif unsurlarından bahsedilmiştir. Muhtevayla ilgili bölümde şiirin içerik unsurları üzerinde durulmuş ve Ahmed’in İstanbul’la ilgili tespitleri ele alınmıştır. Ahmed’in methiyesi dönemin bazı özelliklerine ışık tutması bakımından önemli bir manzumedir.
Giriş
Bütün sanat dallarında olduğu gibi edebiyat da içinde meydana geldiği mekânla ilişki içerisindedir. Bu anlamda edebî eserlerin ana unsurlarından bir tanesi olan mekân, daha genel bir başlık olan coğrafya kavramıyla ilgilidir. M. Ayça Vurmay coğrafya ile edebiyat arasındaki ilişki boyutunu şu şekilde ifade etmektedir: “Coğrafya ve edebiyatın ortak yanı insan ile olan ilişkileridir. Coğrafya ve insan arasındaki ilişki, coğrafya ve edebiyat ilişkisinde olduğu gibi karşılıklı bir üretime dayanır ve bu şekilde edebî eserlere yansır. Coğrafya, şüphesiz insan yaşamını belirlemektedir, ancak insanlar da onu şekillendirmekte ve anlamlandırmaktadır. Bir başka deyişle, insanda coğrafya, coğrafyada da insan dokunuşunu görmek mümkündür. Coğrafyanın insan yaşamı ile iç içe oluşu insan zihninin felsefi olarak da coğrafyaya olan gereksiniminde görülür. Duygu ve düşüncelerimizi tasavvur eder, hayal ya da rüyalarımızı hep bir coğrafyada görürüz. Coğrafya bir sahne, çerçeve işlevi görür. Bilincimiz coğrafyaya akar, onunla ifade bulur. Edebiyat da insanı çeşitli yönleriyle gösterirken fiziksel, toplumsal ya da duygusal coğrafyadan yararlanır” (2010, s. 209). Mekân, içinde bulunduğu kültüre göre anlam ve yer kazanan, o kültürün anlamsal kodlarını belirleyen ve çerçevesini çizen anahtar bir kavram olup aynı zamanda ait olduğu kültür ve medeniyetin kozmoloji görüşüne göre anlamsal boyutlarını elde eden bir unsur ve bir yönüyle sanat tasarımlarının belirleyicisidir (Karadeniz, 2021, s. 794). İnsanların dinsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve siyasal kimlikleriyle ilgili imgesel ve simgesel içeriklerinin; bu içeriklerle ilişki içerisinde olan insanların kimliklerinin oluşmasında etkin bir role sahiptir (Narlı, 2014, s. 32). İnsanın yaşadığı bir olayın, edindiği bir deneyimin ya da hissettiği bir duygunun zorunlu olarak bağlı olduğu mekân, edebî eserlerde genelde şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. “Şehir, insanoğlunun mekân üretiminin sonucunda meydana gelmiş tarihî, kültürel, mimari ve toplumsal bir yapıdır” (Çakmakcı, 2020, s. 4). “İnsan hayatını düzenleyen, yönlendiren, çevreleyen, ama aynı zamanda insan tarafından da biçimlenen en büyük yapı” (Göka, 2001, s. 157) olan şehir, şairin maddi olandan manevi olana yönelişi esnasında ruh dünyasını şekillendiren ve ruh dünyasının şekillendirdiği önemli bir basamaktır. Şehir; “ahlakın, sanatın, felsefe ve dinî düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak, şehir biçiminin oluşmasını da sağlar ve insanın en üst gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur” (Cansever, 2010, s. 19). Şair, şiirde şehre ve unsurlarına simgelerle ifade edilen yeni anlamlar ve değerler yükleyerek şehrin, sahip olduğu fiziki özelliklerinin dışında farklı bir şekilde algılanmasını sağlar ve şehri içindeki unsurlarla birlikte ruh hâlini belirten bir araç olarak kullanır. Klasik Türk şiirinde şairler, şehri tüm yönleriyle şiire yansıtmışlardır. Şair yapılan bir camiyi, çeşmeyi, konağı, sarayı, mescidi, dergâhı, yolları, köprüleri, su kemerlerini, minareleri, imaretleri vb. eserleri anlatırken hem bunların yapılışına şahit olduğunu göstermiş hem de bu eserleri şiirlerinde ölümsüz hâle getirmiştir (Tökel, 2016, s. 473). Şehrin şiirde yer alışıyla ilgili bir başka boyut da şehir ve şehre ait unsurların şiirde estetik bir özellik kazanmasıdır. Toplumun yaşayış şekli, gelenekleri ve zihniyetinin şehre vermiş olduğu ruh, şairlerin estetik tasavvurları ile edebî eserlere yansımıştır (Karadavut, 2020, s. 462). Şairler duygu, düşünce ve hayallerini ifade ederken şehirlerin tanınmış özelliklerinden yararlanmış (Yeniterzi, 2009, s. 331), duygu ve düşünce dünyalarında şehri güzelleştirmeyi ve anlamlı kılmayı da ihmal etmemişlerdir. Şair bu şekilde akıl ötesi ya da öbür dünya anlamındaki aşkın âlemden gelen ilhamla şehrini yani dünyasını imar etmeyi ve orada ömür sürmeyi (Cançelik, 2015, s. 85) amaçlamıştır. Bütün bu yönleriyle klasik Türk şiirinde kendisine en fazla yer bulan şehir şüphesiz ki İstanbul’dur. “Ahmed Paşa, Aynî, Avnî, Zâtî, Bâkî, Nihânî, Zihnî, Sirozlu Sâdi, Yahyâ Efendi, Koca Nişancı, Şeyhülislâm Yahyâ, Nâbî, Vecdî, Fasîhî, Nef’î, Şeyh Gâlib, Nedîm, Nahîfî, Esrar Dede, Enderunlu Vâsıf gibi şairler, İstanbul’u şiirlerinin en önemli temalarından biri olarak işlemişlerdir” (Kaplan, 1999, s. 42- 45). Hem Asya hem de Avrupa kıtasında topraklara sahip olan İstanbul’un kuruluşu M.Ö. 3000 yılına dayanmaktadır. Roma imparatoru I. Konstantinos 323 yılında Byzantion’u (İstanbul) imparatorluğun başkenti olarak seçmiş ve şehri genişletmiştir. I. Konstantinos’un ölümünden sonra II. Konstantinos ve ardından I. Theodosios İstanbul’un imar faaliyetlerini devam ettirmiştir. I. ve II. genel konsillerden sonra Ortodoksluk kurulmuş, zaman içerisinde Ortodoksluğun merkezi hâline gelen İstanbul uzun süren din savaşlarına sahne olmuştur. İstanbul 600’lü yılların başında Avarlar ile İranlıların saldırılarına maruz kalmıştır. 669 yılında IV. Konstantinos zamanında Emevî orduları İstanbul’u almak için gelmiş, ancak başarılı olamamıştır. İstanbul’u 782 yılında bu kez Abbasîler, 1090 yılında ise Peçenekler almak istemiştir. 1162 yılında İmparator Manuel ve II. Kılıçarslan barış antlaşması imzalayarak İstanbul’da ve Anadolu topraklarında barışı tesis etmişlerdir. Haçlı ordularının kışkırtmaları ve saldırıları sonucunda İstanbul yağma edilmiş, yakılıp yıkılmış ve İstanbul’da varlığını 1261 yılına kadar sürdüren bir Latin devleti kurulmuştur. İstanbul, Osmanlılar döneminde 1391 ve 1400 yıllarında I Bayezit; 1422 yılında da II. Murat tarafından kuşatılmış ama alınamamıştır. 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiş ve günümüze kadar Türk toprağı olarak gelmiştir (Demirkent, 2001, s. 205-212). Toprakları üzerinde yaşamış bütün milletlerin oluşturmuş olduğu bir medeniyetin mekâna yansımış hâli olarak karşımıza çıkan ve Dede Korkut Kitabı ile günümüz arasındaki her edebî dönemde yazılan eserlere konu olan İstanbul, Necip Fazıl Kısakürek’in “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar / Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” mısralarında olduğu gibi divan şairlerince samimi bir şekilde sevilmiş ve şiirlerde işlenmiştir. Klasik Türk şiirinde hayallerin şehri olan İstanbul gücün, medeniyetin, dinin, hilafetin, tarihin, kültürel ve doğal güzellikler ile zevk ve safa meclislerinin simgesidir. İçindeki güzellere duyulan sevgi ve aşk nedeniyle daha çok sevilen bir şehir olmuştur. Her şair kendi ruhundan bir parçayı İstanbul’da görmüş, Yahya Kemal’in ifadesiyle “İstanbul’u âdeta ‘bizi biz yapan’ değerler manzumesinin bir simgesi” (Apaydın, 2013, s. 2) şeklinde telakki etmiştir. Klasik Türk şiirinde İstanbul gücün timsalidir. Yüzyıllar boyunca fethedilemeyen İstanbul’un fethi Osmanlı devletinin gücünün sembolü olmuş, şiirde söyleyiş bu duruma paralel olarak üst perdeden gerçekleşmiştir. Mehmet Kaplan bu duruma; “Güzel ve çeşitli tabiat manzaraları, muhteşem sarayları, konakları, yalıları, mabetleri, medreseleri, imalathaneleri, çarşıları, eğlence yerleri ve mesireleri ile bu büyük şehir, denilebilir ki Türklerin yaşayış tarzları ile beraber hayat görüşlerini ve karakterlerini de değiştirmiş, onlara bir başka hüviyet vermiştir. Edebiyatta bu değişikliği daha önceki yüzyılların saf ve açık dille anlatılan hamasi ve dinî muhtevasından, gittikçe daha süslü, ince, zarif ve nükteli bir üslûp ile ifade olunan dünyevi, âdeta ‘burjuva tarzında’ denilebilecek bir hayat görüşüne geçiş olarak tavsif edebiliriz.” (1999, s. 6) şeklinde bir yorum getirmiştir. “Osmanlı tarihinde İstanbul’un başkent oluşu ile divan şiirinde İstanbul dönemi başlar… Payitaht İstanbul, yüzlerce yıl divan şiirinin de merkezi olmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemi bu şiire yansımıştır…” (Çankaya, 2016, s. 87-88). Bu durum sadece şiirle sınırlı kalmamıştır. Tezkire yazarları İstanbul’la ilgili olarak “Belde-i Tayyibe, Dârüddevle, Dârülmülk, Dârüssaltana, Dârülemân, Dârülhilâfet, Mahmiye, Mahrûsa” (Aydın, 2017, s. 44-45) gibi güç, kudret ve üstünlük ifade eden unvanları kullanmışlardır. 15. yüzyıl şairlerinden Sadî (Cem Sadîsi), “Ger bu şehri şehrler sultânı dir-isen nʾola / Çün anılan bu şehirde şâhlar sultânıdur” (Aynur, 2015, s. 132) beytiyle İstanbul’un ve sultanın büyüklüğünü dile getirmiştir. Nedîm ise “Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır / Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır” (Macit, 2017, s. 83) beytiyle başlayan kasidede sadece İstanbul’un güzelliğini anlatmakla yetinmemiş, siyasal anlamdaki gücünü ve üstünlüğünü de ifade etmiştir. “Şehirler” anlamında Arapça bir kelime olan “mudun”dan (مدن ( türetilmiş olan medeniyet, kendisine merkez olarak şehirleri seçmiştir. İstanbul da medeniyetin en önemli merkezlerinden biridir. İbrahim İbn-i Bâlî’nin, Hikmet-nâme’sinde “Kılupdur anı Konstantin bünyâd / Aña Konstantiniyye dimiş ol ad” (Altun, 2017, s. 170) beytinde ifade ettiği kadar tarihî bir derinliğe sahip olan İstanbul’un fetihten sonra kazanmış olduğu İslami hüviyet, kadim zamanlardan gelen ilmî, fikrî, sanatsal faaliyetlerle imar faaliyetlerini reddetmemiştir. Müslümanlar şehrin Müslümanlaşması sürecinde kendi birikimlerini de katarak mevcut medeniyeti daha da geliştirmiş ve bu medeniyete yeni anlamlar yüklemiştir. Selami Çakmakcı, imarla ilgili unsurlardan olan İstanbul’daki minare ve kubbeleri İslam medeniyeti ve estetiği ışığında şu şekilde ifade etmektedir: “Türk-İslam estetiğinin ve kültürünün mekândaki yansıması olan minare ve kubbeler, İstanbul’un görsel ve manevi çehresine anlam katan başlıca dinî sembollerdir. Bu semboller, İstanbul sevgisinin dile getirildiği birçok şiirin merkezî motifleri olarak şehirdeki Türk-İslam medeniyetinin canlı bir tanığıdır. Türk-İslam medeniyetinin önemli şehirlerinden biri olan İstanbul, minare ve kubbeleriyle bu kültür ve estetiğin bir parçasına dönüşmüş, böylece anlam ve değer alanını genişleten bir mekân haline gelmiştir” (2020, s. 10). Medeniyetin şehri olan İstanbul’un imar boyutu ön plan çıkmakla birlikte ilmî ve fikrî yönü gözden kaçmamalıdır. Dürrî, “Ulûm-ı âlemi tahsîle besdür İstanbul / Diyâr-ı Basra vü Mısr u Haleb dimek ne dimek” (Vural, 2020, s. 136) beytinde İstanbul’un ilimde bir merkez olduğunu dile getirmiştir. Nedîm, “Kâlâ-yı maârif satılır sûklarında / Bâzâr-ı hüner maden-i ilm ü ulemâdır” (Macit, 2017, s. 83) şeklindeki beytiyle Dürrî’nin söylediklerini desteklemektedir. Gelibolulu Mustafa Âlî’nin, “Ulemâsı fuzelâsı şuarâsı çokdur / Ukalâ bahrıdur ol fazl u hüner deryâsı” (Aksoyak, 2018, s. 378) beytinde belirtmiş olduğu gibi İstanbul’un Türk hâkimiyetine geçmesinden itibaren, İslamın kültür merkezi olmasından dolayı âlimler, sanatkârlar ve şairler nerede bulunurlarsa bulunsunlar İstanbul’a gelmek istemişlerdir. İstanbul’a gelemeyenler İstanbul’u hayallerinde yaşatmış ve övmüşlerdir. Geçici bir ayrılığın pençesine düşen şair Eşref Paşa sürgünden dönemeyip İstanbul’u bir daha görememe korkusunu “Hîç mümkün mi görem bir dahı İstanbulı / Sanırım nefy-i müebbed bu belâ-yı mübrem” (Tanrıbuyurdu, 2006, s. 58) şeklinde dile getirmiştir. Birçok klasik Türk şairinin İstanbul’un doğal güzelliklerine olan sevgisi, şiirlerine konu olmuştur. Klasik Türk şiirinde İstanbul cennet misali güzelliği, havasının ve suyunun letafeti, güzellerinin benzersizliği, Türkçesinin akıcılığı, bir ilim, ticaret ve eğlence merkezi olması bakımından ele alınmış, ayrıca müstesna bir şekilde semt, meydan, liman ve mesire yerleriyle de anılmıştır (Yeniterzi, 2009, s. 317). Divan şairlerinin İstanbul’un büyüleyici görüntüsü karşısında içine girmiş oldukları ruh hâli Yahya Kemal’in; Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. mısralarında belirttiği gibidir. Aynî, “Şehr-i azam kim binâsı gerçi mâ vü tindedür / Yâ anun üstindedür cennet yahud altındadur…” (Mermer, 2020, s. 11) mısralarıyla başlayan murabbasında cennetin İstanbul’da olduğunu belirtir. Nedîm ise “Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında / Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır” (Macit, 2017, s. 83) derken İstanbul’un coğrafi konumunun güzelliğine işaret eder. Şairi bilinmeyen bir şehrengizde ise İstanbul, cihan denizindeki kıymetli bir inciye benzetilir: “ K’anun her câyı cânân ile pürdür / Cihân bahrinde bir kıymetli dürdür” (Çelik, 2019, s. 19). İstanbul’un fethiyle birlikte klasik Türk şiirinin konularında ciddi bir değişikliğe gidilmiştir. “Fetihten önce divan edebiyatımızın çizgisini oluşturan, İslâmî edebiyâta hâkim olan dünyânın fâniliği, kötülüğü ve inkârı İstanbul'un göz alıcı muhitinde tesîrini kaybederek, yerini hayâtın tadını çıkarma ve yaşama sevincine bırakır. Kendi hayatlarından çok farklı bir anlayışla karşılaşan Türkler, İstanbul'da bir etkileşimin ve değişimin içine girerler” (Alan, 2008, s. 39). Zevk ve eğlence meclisleri, mesire yerleri ve sevgili unsuru şiirde daha somut bir hâlde işlenmeye başlanmıştır. Özellikle İstanbul’daki güzellere duyulan sevgi ve hayranlık İstanbul’a olan sevgiyi ve bağlılığı daha da arttırmıştır. Sünbülzâde Vehbî İstanbul’un suyunun ve toprağının sevgiliye güzellik kattığını belirtir: “Âb u hâkinden midir bilmem hevâsından mıdır / Böyle nâz u şîveler İstanbulun hûbânına” (Yenikale, 2017, s. 114). Doğumu fetih tarihine yakın olan şairlerden Celîlî, “ Nice kurtarsın dil ü dînin Celîlî dostlar / Râh-zendür çün şarâb u şâhidi İstânbulun” (Nas, 2018, s. 159) beytinde İstanbul’un şarabından (işret meclisi) ve güzellerinden vazgeçmenin kolay olmadığını dile getirmektedir. Edirneli Nazmî “Görsün İstânbûlı şol hûb melekveşler-ile / Görmek isterse o kim cenneti hûrîler-ile” (Üst, 2018, s. 3142) beytinde cennetteki hurileri görmek isteyenlerin İstanbul’daki güzelleri görmesinin yeterli olduğunu söylemektedir. İstanbul tarihte İslam diniyle anılan en önemli merkezlerden biridir. Müslüman Türkler dinî-tasavvufi kaynaklı kutup-sultan ilişkisini siyasette daima benimsemiş, her devrin kutbu ve sultanı arasında manevi irtibat kurmuş ve kutup olan kişinin âdil olan sultana Allah’ın desteğiyle her zaman yardım ettiğine inanmıştır (Alvan, 2022, s. 216). Yavuz Sultan Selim’den başlayarak Osmanlı sultanlarının halife unvanını alması İstanbul’a da bir kutsiyet kazandırmıştır. Çünkü halife olan sultanın yaşadığı yer Osmanlının başkenti İstanbul’dur. İstanbul’un manevi kurucusu olan Eyüp Sultan’dan itibaren ve özellikle fetihten sonra İstanbul’da yaşayan ve İstanbul’a gelen dinî şahsiyetlerin varlığı bütün şehre sinmiş; şehrin camileri, tekkeleri, medreseleri ve türbeleri hatta sokak, cadde ve semt isimleri bile bu şahısların isimleriyle anılır hâle gelmiştir. İstanbul’un İslam dünyasının merkezi olmasıyla birlikte İstanbul sakinleri burası için dinî anlamları ihtiva eden Ümmü’d-dünyâ, Der-Saâdet, Der-i Devlet, Âsitâne-i Saâdet ve Dârü’s-Saltanâ gibi isimleri kullanmıştır (İsen, 2000, s. 2). Nedîm, “Herkes erişir anda murâdına onunçün / Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır… Câmîlerinin her biri bir kûh-ı tecelli / Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı duâdır” (Macit, 2017, s. 83) beyitlerinde İstanbul’un dinî yönünü ön plana çıkarmaktadır. İzzet Osman dinî ilim ve müesseselerin gelişmişliğini göstermek için “Kâdıköyüne eger gelse idi Beyzâvî / Anda tefsîre şürû ider idi Kurʾânı… Görseler medresesin Seyyîd ile Sâdeddin / İstemezlerdi hemân belde-i Taftâzânı” (Rashid, 2019, s. 129) beyitlerini dile getirmektedir. Klasik Türk şiirinde şehir, sosyal hayatla ilgili ele alınan konuların başında gelir. Şehri ele alan klasik şairlerin büyük bir kısmı şehrin mimari yapısına, mesire alanlarına, coğrafi özelliklerine, iklimine, eğlence hayatına ve güzellerine methiyeler düzmüştür. Bazı şairler “şehri/kasabayı/köyü beğenmeme, yöre halkını sevmeme, umduğunu bulamama, gitmeyi istememe, doğasından ya da coğrafî konumundan hoşlanmama” (Kutlar, 2011, s. 13) gibi nedenlerden dolayı yaşamış oldukları yerleri hicvederken, bazı şairler de kaybedilen şehirleri konu alan mersiyeler yazmıştır (Batislam, 2009, s. 485). Mehmet Arslan (2018) şehrengizler ve şehir şiirleri bağlamında yapılan çalışmada 1500 civarında divanın tarandığı ifade etmiş; gazel, kaside, mesnevi, kıta, murabba, tahmis, müseddes, müsebba, şarkı ve terkib-i bend nazım şekilleriyle yazılan şehir şiirlerini şehir medhiyeleri, şehir hicivleri, şehir mersiyeleri, şehrengizlerin baş kısımlarında o şehir ile ilgili şiirler, sâhilnâmeler, bilâdiyeler, İstanbul’un mesîre yerleri hakkında yazılan şiirler, İstanbul’un semtlerine/ilçelerine/köylerine yazılan şiirler, İstanbul’un çarşı ve sokaklarıyla ilgili şiirler, miyâhiyeler, nehirlere yazılan şiirler, dağlara yazılan şiirler, yaylalara yazılan şiirler, ülkelerle ilgili şiirler ve içerisinde şehir isimleri bulunan şiirler şeklinde 15 başlık altında tasnif etmiştir. Görüldüğü üzere şehirle ilgili şiirler geniş bir yelpazeye sahiptir. Klasik şairin şiirde şehri ve şehre dair unsurları ele alışına zemin oluşturan bazı etkenler vardır. Bu etkenler şu şekilde sıralanabilir: a) Şairin doğduğu, büyüdüğü veya yaşadığı yeri methetme arzusu. b) Şairin gezdiği ve güzel bulduğu yeri anlatma isteği. c) Şairin tayin veya görev vesilesiyle gittiği yeri anlatma isteği. ç) Vuslat arzusunu ifade etme isteği. d) Dinî duyarlılıkla kutsal şehirleri anlatma isteği. e) Sürgün vesilesiyle gittiği yeri anlatma isteği. f) Şairin kendi penceresinden bir şehirle ilgili şikâyet ve yergilerini dile getirme isteği (Yıldız, 2021, s. 2149).Bu çalışmada XIX. yüzyıl şairlerinden Ahmed’in şehir methiyesi ele alınmıştır. Şehir methiyeleri çoğu zaman şehrengizlerle karıştırılmıştır. “Şehrengizler bir şehrin meşhur, tanınmış, bilinen kişilerini anlatan manzumelerdir. Kişi, şahıs merkezli bir türdür” (Tığlı, 2020, s. 482). Tanımdan anlaşılacağı üzere şehrengizlerde şehrin güzellerine ait vasıfların anlatılması gerekmektedir. Şehir methiyeleri ise şehrin önemli yerlerine ayrı ayrı değinilmeden genel değerlendirmelerle şehrin övüldüğü bir türdür (Gök, 2017, s. 122). Ancak istisnai bir durum olarak Selami Turan’ın “Mihrî Hatun Divanı’nda Şehir Methiyesine Bir Örnek: Lâdik” (2010, s. 597-604) başlıklı çalışmasında yer verdiği Ladik’i tanıtan methiyede ve çalışmamıza konu olan Ahmed’in methiyesinde şehrin içindeki bazı yerlerin tanıtıldığı ve övüldüğü görülmektedir. Arslan’ın şehir şiirleriyle ilgili yaptığı çalışmaya göre İstanbul’la ilgili yazılan şiirlerin sayısı 59’dur (2018, s. 48). Bu sayıya yukarıda Arslan’ın şehir şiirleri tasnifiyle ilgili belirtmiş olduğumuz 15 başlığa ait şiirlerin hepsi dâhildir. Ahmed’in Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul başlıklı şehir methiyesiyle, İstanbul’la ilgili yazılmış şiirlerin sayısı 60’a çıkmaktadır. Bu çalışmada Ahmed’in Dâsitân-ı Medhiyyei İstanbul başlıklı şehir methiyesi muhteva ve şekil özellikleri bakımından incelenip tanıtılmakta ve çalışmanın sonunda Methiye’nin transkripsiyonlu metnine yer verilmektedir.
1. ESERİN MÜELLİFİ AHMEDEserin müellifi Ahmed’le ilgili bilgiler sınırlıdır. Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul’un 51. bendine göre Ahmed, Ahıskalı ya da Ardanuçlu’dur. Ahmed’in yaşamış olduğu XIX. asrın şairlerine yer veren kaynaklar incelenmiş, ancak Ahıska ya da Ardanuç doğumlu Ahmed adında/mahlaslı bir şaire rastlanmamıştır. İncelen kaynaklar şunlardır: Çiftçi, Ö. (2017). Fatîn Tezkiresi (Hâtimetü’l-Eşâr). Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Oğuz, F. S. K. Koncu, H. Çakır, M. (2017). Kâfile-i Şu’arâ. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Arslan, M. (2018). Mecma‘-i Şu‘arâ ve Tezkire-i Üdebâ. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Oğraş, R. (2018). Bağçe-i Safâ-endûz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Çınarcı, M. N. (2019). Tezkiretü’ş-Şu‘arâ. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Aydemir, E. ve Özer, F. (2019). Eslâf. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.; Mehmed Tahir. (1972). Osmanlı Müellifleri (Haz. Yavuz, A. F. ve Özen, İ.). Meral Yayınevi.; Tuman, M. N. (2001). Tuhfe-i Nâilî (Haz. Kurnaz, C. & Tatçı, M.) Bizim Büro Yayınları.; İpekten, H. vd. (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Ömer Faruk Akün, Ahmed’le ilgili olarak onun halk şairi olduğunu ifade etmekte ve Sultan Abdülmecid Han zamanında basılmış Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul adında bir methiyesi olduğu bilgisini vermektedir (Akün, 1956, s. 77). Şairin methiyesinin son bendinde mahlas olarak Ahmed ismi geçmektedir: Devlet-i ʿAbdüʾl-mecĮddir bu ʿaṣrıñ ḫunkārı Ol ʿālĮ ṣadr-ı aʿẓam Āṣaf-ı tüvān-geri Söyledi Aḥmed-i şeydā tārĮḫini gevheri Pādişāha biñ ḳaṣr-ı rıḍvānı var İslāmbolıñ Ahmed ismi mahlas olarak tercih edilen isimlerden olmadığı için şairin isminin Ahmed olduğu düşünülmektedir. Ahmed, 51 numaralı bendin ilk iki mısraında, “Şol Aḫısḫa şehridir sancaġımız serḥaddimiz / Hem ḳażāmız Aratucdır seḥerdir gül kentimiz” diyerek Ahıska sancağının Ardanuç kazasından ya da buraya bağlı daha küçük bir yerleşim merkezinden olduğunu ve İstanbul’a sonradan geldiğini belirtmektedir. 50. bendin “On iki yıl ḫizmet itdim Fātiḥ-i zĮ-şāna ben” şeklindeki ilk mısraında 12 yıl Fatih’te hizmet etmiş olması bilgisi onun uzun süre İstanbul’da kaldığını göstermektedir. Methiye’nin 52. bendinde Sultan II. Mahmud zamanında yapılan Unkapanı Köprüsü’nün yapımına işaret edilmesi Ahmed’in XVIII. asrın son çeyreğinde doğduğuna işaret etmektedir. Ayrıca Fatih’te hizmet ettiğini belirtmesi onun ilim ehli bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır. Ahmed’in doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili bir bilgi mevcut değildir. Ancak son bentte 1839-1861 yılları arasında Osmanlı devletinin padişahlığını yapmış olan Sultan Abdülmecid dönemi şairlerinden olduğu ortadadır. Sicill-i Osmanî’de söz konusu yıllarda yaşamış ve Ahıskalı olduğu belirtilen Ahmed adında bir âlimden şu şekilde bahsedilmektedir: “Ahıskalıdır. Müderris ve dersiâm olup Recep 1270’de (Nisan 1854) Eyüp mollası oldu. 1279’da (1862/63) vefat eyledi. Oğlu Mehmed Âsım Efendi de o sene vefat eyledi. Küçükkaraman’da medfundurlar.” (Süreyya, 1996, s. 170). Sicil’deki Ahmed’in ölüm tarihinin Sultan Abdülmecit’in saltanatına yakınlığı, Ahıskalı oluşu ve Eyüp’te mollalık yapması ile ilgili bilgi Sicil’deki Ahmed’le incelediğimiz Methiye’nin şairi olan Ahmed’in aynı kişi olmasını kuvvetle muhtemel kılmaktadır.
2. DÂSİTÂN-I MEDHİYYE-İ İSTANBUL
2.1. Şekil Özellikleri
Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul 53 bentten oluşan müzdevic bir murabbadır. Murabba dörder mısralık bentlerden oluşan ve musammat başlığı altında kaleme alınan bir nazım şeklidir. Murabbanın bentlerinin son mısraları aynı olanlarına mütekerrir; farklı olanlarına müzdevic denir. Murabbalarda kafiye düzeni genellikle aaaa/bbba/ccca şeklindedir. Ancak farklı kafiye düzeninde yazılan murabbalar da mevcuttur. Ahmed’in murabbası bentler sadece son mısralarda kafiyeyle birbirine bağlandığından müzdevictir. Bu murabbanın diğer murabbalardan ayrılan yönü ilk bendindeki farklı kafiye örgüsüdür. Ayrıca 39. bentte çapraz kafiye görülmektedir. Murabba yaygın olarak kullanılan bir nazım şekli değildir. Şairin, hünerini sergilemek için kullandığı bir nazım şekli olan murabba daha çok methiye, mersiye ve hicviye türünde kullanılır. Murabbalarda dinî, tasavvufi konular ile aşk, ayrılık ve bahar gibi konulara yer verildiği görülür. Ahmed’in murabbası İstanbul’u ve içindeki unsurları övmek amacıyla yazılması bakımından farklıdır. Murabba yazma geleneği Nesîmî ile başlamış, Edirneli Nazmî çoğu mütekerrir 519 murabba, Enderunlu Vâsıf 194 murabba, İlhâmî (III. Selim) 97 murabba, Üsküdarlı Aşkî 59 murabba, Nâfiz 51 murabba, Nedîm ve Şeref Hanım 35’er murabba, Muhibbî (I. Süleyman) 31 murabba, Hayretî 26 murabba ve Taşlıcalı Yahyâ 25 murabba yazmıştır (Pala ve Kılıç, 2020, s. 233). Murabbaların bent sayısı üç ile beş arasında olup İskender Pala ve Filiz Kılıç’ın ifadesiyle yirmi yedi bentten müteşekkil olanları da vardır (2020, s. 233). Bent sayısına bakıldığında Ahmed’in murabbasının klasik Türk şiirindeki en uzun murabbalardan biri olduğu söylenebilir. Ahmed’in şehir methiyesi aruzun remel bahrinin “fâʿilâtün fâʿilâtün fâʿilâtün fâʿilün” kalıbıyla yazılmıştır. Bu kalıp “feʿilâtün feʿilâtün feʿilâtün feʿilün”le birlikte murabbalarda en çok kullanılan iki aruz kalıbından biridir. Ahmed, mısraların aruza uydurulması esnasında imale ve zihafa sıkça başvurmuştur. Nüshada bazı mısraların hece ya da kelime eksikliğinden vezne uymadığı görülmektedir. Söz konusu mısralardaki uyumsuzluk nüshanın silik olmasından kaynaklanmayıp muhtemelen basım hatasıyla ilgilidir. Ahmed, Methiye’de belli bir kafiye çeşidini kullanmamıştır. Kafiyeyle ilgili olarak çok başarılı olduğu söylenemez. Kafiyeye dair görülen yanlışlıklar şunlardır: Revîden önce gelen ridflerin uyuşmaması: 1. bend: şānı var İslāmbolıñ / meskeni var İslāmbolıñ / sulṭānı var İslāmbolıñ 7. bend: yāri_ile / nūr-ile / Züʾl-fiḳār-ile 10. bend: maḳām / ruḫām / İrem Bazı bentlerde kafiye redifle sağlanmaktadır: 8. bend: toḥını / gücini / tācını 15. bend: ekserĮ / dilberi / müşterĮ 20. yāreni / dildārını / bārını 31. başını / yaşı / Dikilitaşı 34. bend: meclisi / ḫāliṣi / Yalısı 38. bend: ḥacılar / gündüzler / ḫˇāceler 43. bend: bābını / bābını / nāyını 51. bend: ser-ḥaddimiz / kentimiz / medfenimiz Dahîl harfinin (kafiye-i müessese) uyuşmaması: 28. bend - ʿadālet bundadır / hidāyet bundadır / vilāyet bundadır Ahmed, murabbada redifi çokça kullanmıştır. Toplamda 40 bentte redif vardır. Ek olarak kullanılan rediflerin sayısı 28’dir (7, 8, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 20, 25, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 40, 41, 42, 43, 44, 47, 51, 53). Kelime olarak geçen redif sayısı ile 7 (6, 11, 18, 21, 26, 28, 39); ek+kelime şeklinde kullanılan redif sayısı 5’tir (1, 3, 4, 49, 50).
2.2. Muhteva Özellikleri
“Methiye Arap edebiyatından İran edebiyatına ve oradan Türk edebiyatına geçerken gerek zihniyet gerekse kültür ve çevre farklılıklarının etkisiyle konunun işlenişinde birtakım değişiklikler olmuştur” (Aydemir, 2004, s. 410). Methiyelerde önceleri Hz. Peygamber, dört halife, din ve tarikat büyükleri, sultan ve önemli devlet adamlarının övüldüğü görülürken sonraları insan dışındaki canlı varlıklar ile cansız varlıklar da methiyelere konu olmuştur. Ahmed’in murabbası İstanbul şehrinin güzelliklerinin anlatıldığı ve övüldüğü bir şehir methiyesidir. İstanbul kelimesi Methiye’deki bentlerde “İslâmbol” şeklinde geçmektedir. “İslâmbol, ‘İslam’ın bol olduğu yer, İslam ile dolu’ anlamında bir halk etimolojisidir ve muhtemelen bu şekilde ilk olarak Meninski’de geçer. Meninski ile aynı yüzyılda yazılmış olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de ‘Lisân ı Âl i Osmâniyânda İslâmbol derler’ açıklaması vardır. Halk etimolojisine dayalı bu şekil de 17. yüzyılda yaygın bir telaffuzdur” (Kartallıoğlu, 2016, s. 123). Methiye’nin başlık kısmında şairin İstanbul ifadesini kullandığı görülmektedir. Bentlerde ise İslâmbol’u kullanmaktadır. Şairin bu tercihi şehrin manevi yönünü ön plana çıkarmakla ilgili olmalıdır. İstanbul’a vurgu yapmak maksadıyla Methiye’nin 1. bendinde 3, 24. bendinde 2, 37. bendinde 2, 39. bendinde 2 ve diğer bentlerin son mısralarında birer kez olmak üzere toplamda 58 kez “İslâmbol”; 3, 4, 5, 24 ve 40. bentlerde ise birer kez olmak üzere toplamda 5 kez Âsitân/Âsitâne ifadesini kullanmıştır. Başlıktaki İstanbul, bentlerdeki İslâmbol ve Âsitân/Âsitâne kelimelerinin kullanım sayısı toplamda 64’tür. Ahmed’in şehir methiyesi İstanbul’un ezelden beri gelen bir ihtişamının olduğu vurgusuyla başlar. 1. bentten 8. bende kadar Fatih Sultan Mehmet’in övgüsüne yer verilir. “Yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir olan İstanbul’un, dünyanın her tarafına hükmeden bir hükümdarı vardır. Gül bahçesi gibi olan İstanbul’a benzeyen bir şehir dünyada yoktur. Allah İstanbul’u methetmiş ve affetmiştir. İstanbul cennet gibi mekânlara sahiptir ve İstanbul’un şanlı Fatih’i (mekân) cennet bağı gibidir. Dünyanın her yerinde şöhreti olan İstanbul şehri karada, denizde, doğuda ve batıda adaletiyle bilinir. Gülü cennet gibi olup içinde pembe renkte laleleri ve amber kokulu sümbülleriyle reyhanları vardır. Başta Ortahisar’a1 sahip olan Fatih Sultan Mehmet, kendisini ve askerini öven bir övücünün2 övgüsüne mazhar olmuş, İstanbul’un doğuya ve batıya hükmeden bir hakanı olarak tanınmıştır. İstanbul’un dünyaca tanınan fatihi, karanlığı ve küfrü ansızın yok etmiştir. İstanbul gökyüzünde iman nuru gibi ortaya çıkmıştır. Çünkü İstanbul’un çok dua edeni vardır. Altı cennet, üstü Kâbe olan gökte beytü’l-mamûru 3 toplayan, hem veli hem de gazi olan Sultan Muhammed’in (II. Mehmet) sülüs işlemeli bir kılıcı vardır. Sultan Muhammed, Kerbela’nın Haydar’ı olan Hz. Ali gibi İstanbul’un arslanıdır. İstanbul’un kahramanı, sultanı ve hanı olan Fatih, Ayasofya’yı kılıçla almıştır. Ayasofya, kubbesine dört halifenin isimlerinin yazılmasından, mihrabının ve minberinin yapılmasından sonra nur ile dolmuştur. Sultan Fatih, Allah’ın zor olan her işi kolay kılmasıyla pençesini salarak kireçten taşı/toprağı delmiştir. Enbiyanın İstanbul’un fethine dair delilleri olup Fatih, Resulullah’ın övgüsü ile saadet tacını giymiştir.” 9. bentte üzerinde 360 kubbe olan İstanbul’u Müslümanlara kısmet ettiği ve kıyamete kadar baki kılması için Allah’a hamd ve dua edilir. İstanbul bu methiyenin 10 ile 16. bentleri arasında hem genel olarak hem de içindeki ilçe, semt, mahalle, sokak ve cadde gibi mekânlarıyla övülür. “İstanbul cennete benzeyen, güzelliği arşa dayanan, altından mermerler gibi parlak olan, yeryüzünde benzeri olmayan, İrem bağı gibi bir şehirdir. Şüphesiz ki cennet bağları, inci, cevher, türlü nimetler ile cennetteki gibi güzel erkekler ve kadınlar İstanbul’dadır. İstanbul’un Nuruosmaniye, Mahmutpaşa ve Süleymaniye gibi yerlerine gidilmeli ve Bayezit Camisi’nde muhakkak bir ramazan orucu tutulmalı ve İstanbul her iki bayramda da gezilmelidir. İstanbul, Arafat Dağı gibi kurbanların toplandığı; sadık âşıkların, sevgililerine kavuştuğu; herkesin buluşma alanı olan Fatih Meydanı’yla gezilecek bir şehirdir. Lalesi ve gülüyle zevk veren İstanbul’un Yenikapı’sına yaz mevsiminde gidilmelidir. Cerrahpaşa’nın mahbupları gam ve kederi dağıtırken, Aksaray’dan bir iki gonca ağızlı sevgiliyi görmek güzeldir. Altın ve gümüşü seven sevgililere sahip olan İstanbul’un Mustafapaşa’sında cambazlar oyun oynarlar. Şehremini’nin güzelleri güzellikte Hz. Yusuf gibidir ve Yusufpaşa’nın güzelleri de göz alıcıdır. İstanbul’da âşıklar ve sevgililer çoktur. Şehzadebaşı güzelleri önlerinde el bağlanacak kadar güzelken, Vefa güzelleri de âşığın ciğerini dağlar. Kıztaşı’ndaki güzeller ise âşıkları daima ağlatırlar.” Şair, 17. bentte kendisini gül bahçesine feryada gelen bir bülbüle benzetir ve hâlini sevgiliye arz etmek istediğini ifade eder. Bu bentten 24. bende kadar İstanbul’un bazı yerlerinden ve isim verilmeden buralarda yaşayan güzellerden bahsedilir. Ancak güzellerden bahsedilmesi şehrengizlerdeki gibi güzeli vasfetme şeklinde olmayıp yüzeyseldir. Şairin buradaki amacı şehrin güzelliğini ön plana çıkarmaktır. Şair 18. bentte Anka kuşunun Kafdağı’nda gizli olması gibi sevgilinin gözünün görünmediğini; aynı zamanda saçlarının, gül yanaklarının ve isminin de gizli olduğunu belirtir. Sevgilinin ismi 3. mısrada “Bir ʿayın bir zā iki mĮm kāf içinde gizlidir” 4 şeklindeki kelime oyunlarıyla gizli tutulur. Bu bölümdeki diğer bentler şu şekildedir: “Sarıgüzel tarafındaki sevgili, güzel olup Alipaşa güzellerinin kaşı ise keman gibidir. Gececiler içinde gonca ağızlıların olması gibi İstanbul’un deli âşıkları için de gül bahçeleri vardır. Romen güzeller Karagümrük Salma Tomruk Caddesi’nde satılan süt gibidir. Yavuz Sultan Selim’in (mekân) güzellerini sarmak gerekir. Çarşamba güzeli bir kez yanak verse iyi olur. İstanbul’un güzellerinin bembeyaz gerdanı vardır. Kadıçeşme ve Zeyrek taraflarını dolaşmak ve Hocapaşa dilberine yönelmek gerekir. Paşakapı güzelleri aşk ile şerh edilmelidir. İstanbul’un nice yüz bin âşığı vardır. İstanbul’un bin bir direk üzerine kurulu olduğu söylenir. Çemberlitaş’ın güzelleri ipek tezgâhlarında müşterek çalışırlar. İstanbul’un güzellerinin yanakları güneş ve ay gibi parlaktır.” Ahmed 23. bentte Samatya’yı ve mektepleri çok gezdiğini, buralarda sadık bir sevgili bulunmadığını söyler ve bu durumu İstanbul için büyük bir eksiklik olarak belirtir. Bu ifadeler İstanbul’u çok seven şairin şikâyetleridir. Şair İstanbul’a layık bir destan söylediğini, İstanbul’un bu dünyanın incisi olduğunu, buradaki sevgililerin güzellikte Hz. Yusuf’a benzediğini ve âşığı deli eden güzellerin İstanbul’da yaşadığını ifade ederek bu bölümü sona erdirir. Ahmed’in 25. bentte ikinci defa şikâyet ettiği görülür. Bu şikâyet İstanbul’un esnafıyla ilgilidir. Şaire göre İstanbul’un esnafı faniye tapmış gitmektedir. Şair bu bentte kâfir, sünni ve Müslümanların birlikte yaşadığını söylemekte ve bu birlikteliği yetmiş iki buçuk millet şeklinde ifade etmektedir. Ahmed’in demografik yapıya ilişkin bu ifadeleri edebî eserlerin tarihe kaynaklık edebilmesi yönüyle önemlidir. Ahmed 26. bentte, bir önceki bentteki aksaklıkların giderilmesi için neler yapılması gerektiğini ifade etmektedir. “Takva yolunda ilerleyenler kederden uzak olur. İlim ile uğraşanlar iki cihanda mutluluğa kavuşur. Nefis ve şeytana uyanlar ise gözü açık gider. İstanbul’un (sultanın), asilerin katledilmesine dair fermanı vardır.” Tunus, Trabzon, Kütahya, Konya, Vidin, Cam, Halep, Horasan, Hindistan, Yemen, Mısır, Şam, Tebriz, Bağdat, Cezayir ve İran gibi şehir ve ülkelere yer verilen 27. bentte şair, bu yerlerin hepsinin İstanbul’un bir meydanı kadar olamayacağını belirtir. İstanbul bu bentten 36. bende kadar içindeki mekânlar vesilesiyle övülmektedir. Bu kısımdaki bentlerde İstanbul’un ekonomik, ticari, askerî, kültürel ve siyasi durumu ile şehir yerleşimine dair bilgiler verilmesi önemlidir. “Osmanlı ülkesinin adalet tahtı (başkent) İstanbul’dadır. İstanbul Allah’ın tecelli ve hidayet ettiği, her vilayetten insanı misafir eden bir şehirdir. Bu şehir her türlü övgüye layıktır. Denizlerin birleştiği ve coştuğu bir yer olan İstanbul’un binaları birbirine bakar. Hz. Yuşa’nın kabri arşa nur saçar. Çamlıca’nın parlaklığı Bursa’ya ve İzmir’e kadar uzanır. Beykoz ve Sarıyer’de güzel laleler varken Üsküdar’da bağlar ve bahçeler bulunur. Galata Kulesi göğe doğru uzanırken Kız Kulesi’de denizin içindeki bir gözyaşı damlası gibi görünür. Sultanahmet ve Dikilitaş da görülmesi gereken yerlerdir. Bütün vezirliklere Topkapı Sarayı’nın Bâb-ı Hümâyûn kapısından, şeyhülislamın olduğu yere de Şeyhülislam Kapısı’ndan gidilir. Gökteki yıldızlar kadar insanı barındıran İstanbul’un 360 gün boyunca kurulan pazarları bulunur. Devletin askerleri eski saraydadır. Ülkenin hükümdarı cihanın en büyük miralayıdır ve kılıcı düşmanların üzerindedir. İstanbul’un topu, tüfeği, hançeri, kılıcı ve kalkanı vardır. Kasımpaşa’da eğlence meclisleri, Tophane’de ise en halis güzeller bulunur. Beşiktaş ve Çırağan Yalısı’nı geçtikten sonra denizin üstünde olan bir saray mevcuttur. Tahtakale Kadıhanı5 başına hançer takarken Mısır Çarşısı ise amberle misk kokar. Yeni İskele, tüccarların merkezi olup İstanbul’un düzenli bir ticareti, gümrüğü ve mizanı vardır. Darphane’de gümüş ve altın kesilirken Basmane’de kitaplar basılır. İstanbul’un güzel çarşı, pazar ve bedestenlerinde türlü eşyalar satılır.” 37. bentten 48. bende kadar İstanbul’un İslam’ın merkezi oluşundan, dinî müessese ve faaliyetlerinden bahsedilir. Temas edilen bu konular dile getirilirken İstanbul’un ve mekânlarının üstlendiği rol vurgulanarak İstanbul methedilir. Şair bu bentlerde İstanbul’un, halifeliğin ve İslam’ın merkezi olduğunu dolaylı olarak hissettirir. “Bütün insanların gitmek istediği İstanbul, Akdeniz ile Karadeniz arasında bir şehirdir. Kervanlar her recep ayında hacca gitmek için İstanbul’dan yola çıkar. Yüz bin paşası kadar yüz bin hacısı olan İstanbul’da ilim ehli gece gündüz demeden ilimle uğraşır. İstanbul, her fende mahir hocalara sahip olduğu için âdeta gizli inciler barındıran bir maden gibidir. Ramazan geldiğinde cennetin kapıları açılır. İstanbul’un, elinde tespihle zikir çeken ve vird okuyan insanları ile Kur’an’ı hıfzedenleri vardır. İmamlar, müezzinler, altın kalemli kâtipler İstanbul’da bir düzen içinde hareket ederler. İstanbul’un seksen bin mahallesi ve yirmi dört kapısı vardır. Şirin meskenleri ve cennet gibi sarayları olan İstanbul’un feyzi ve ihsanı bol olup bütün evliyalar İstanbul için dua etmiştir. İstanbul’un yirmi dört kapısında her gece kandiller yanar. Bu kapıların altısı sahraya on sekizi ise denize bakar. Her seher vaktinde Allah’ın İstanbul’a rahmeti iner. Nallıkapı denize bakarken Silivrikapı’da dervişler ney çalar. Ayrıca İstanbul’da Mevlevilerin ayini vardır. Topkapı, Yenibahçe’ye bakar. Herkes Edirnekapı’dan girip çıktığı için orası kalabalıktır. Kâbe’nin dağlar tarafından çevrelenmesi gibi Fatih’in kabrinin olduğu yer de kuşatılmış gibidir. Fatih’in türbesi ziyaret edilmesi gereken bir yerdir. Ayrıca İstanbul’da Ebû Eyyûb el-Ensârî gibi bir sevgili yatmaktadır. İstanbul ayetle övülmüş, ilkbaharı cennetü’l-mevâya benzeyen bir şehirdir. Çünkü İstanbul’un üstünde Rahman’ın nuru vardır. Allah İstanbul’un taşını toprağını güzel yarattığı için onun bostan ve bahçelerine cennet demişlerdir. Çekmece tarafında ırmağı olan İstanbul’un kevser gibi suları vardır.” 48. bentte İstanbul’da ilim ve irfanın yaşandığı ifade edilir. İstanbul’un irfan mektebinde âşığın bir kadeh içmesiyle yüz dört kitabın keşfolunacağı ve marifet elde edileceği belirtilir. Şair methiyenin son bölümünde kendinden bahseder. İstanbul’da kalış nedenini, nereli olduğunu, hangi dönemde yaşadığını ve mahlasının ne olduğunu dile getirir. Ayrıca kendini över. Şair İstanbul’da üçler, yediler, kırklar ve Hz. Hızır’ın dostlarının olduğunu; bunları görmek istediğini; bundan dolayı da İstanbul’da Allah’a şükrederek kalması gerektiğini dile getirir. On iki yıl Fatih’te hizmet ettiğini, aşkın şarabını içtiğini ve İstanbul’un değerli incilerin madeni olduğunu söyler. “İstanbul’da müşkülümü çözecek şeyhler vardır. Sancağım Ahıska, kazam ise Aratuc’dur (Ardanuç). İstanbul’da öleceğime dair bir inancım vardır. Sultan Mahmut’un dünyadaki hayırları büyüktür. Bunlardan biri yaptırdığı Unkapanı Köprüsü’dür. Benim asrımın hükümdarı Sultan Abdülmecit’tir. Onun kudretli bir sadrazamı vardır. Ahmed, bu şiirde padişaha ait cennet gibi sarayları ve mücevher gibi tarihi olan İstanbul’u anlatmıştır.” Methiye’de İstanbul’a yer verilmekle birlikte İstanbul’un içindeki ve dışındaki mekânların isimlerine de yer verilmiştir. İstanbul içinde 57, İstanbul dışında 23 mekânın ismi geçmektedir. Manzumede ismi geçen mekânlar ile isimlerin geçtiği bent numaraları şu şekildedir:
İstanbul içi: İslambol (bütün bentler), Âsitân/ Âsitâne (3, 4, 5, 24, 40), Fatih (2, 50), Ayasofya (7), Nuruosmaniye (12), Mahmutpaşa (12), Süleymaniye (12), Beyazıt Cami (12), Fatih Meydanı (13), Yenikapı (14), Aksaray (14), Cerrahpaşa (14), Mustafapaşa (15), Şehremini ( 15), Yusufpaşa (15), Şehzadebaşı (16), Vefa (16), Kıztaşı (16), Sarıgüzel (19), Alipaşa (19), Karagümrük Salma Tomruk Caddesi (20), Yavuz Sultan Selim (20), Kazlıçeşme (21), Zeyrek (21), Hocapaşa (21), Paşakapı (21), Çemberlitaş (22), Samatya (23), Yuşa Tepesi (30), Çamlıca (30), Beykoz (30), Sarıyer (30), Üsküdar (30), Galata (31), Kızkulesi (31), Sultanahmet (31), Dikilitaş (31), Bâb-ı hümâyûn (32), Şeyhülislam Kapısı (32), Kasımpaşa (34), Tophane (34), Beşiktaş (34), Çırağan Yalısı (34), Tahtakale (35), Hacı Kadın (35), Mısır Çarşısı (35), Yeni İskele (35), Darphane (36), Basmane (36), Narlıkapı (43), Silivrikapı (43), Topkapı (44), Yenibahçe (44), Edirnekapı (43), Eğrikapı (43), Çekmece (47).
İstanbul dışı: Ortahisar (4), Kâbe (6, 45), Arafat Dağı (13), Tunus (27), Trabzon (27), Kütahya (27), Konya (27), Vidin (27), Cam (27), Halep (27), Horasan (27), Hindistan (27), Yemen (27), Mısır (27), Şam (27), Tebriz (27), Bağdat (27), Cezayir (27), İran (27), Bursa (30), İzmir (30), Ahıska (51), Aratuc/Ardanuç (51).
3. NÜSHA TAVSİFİ
8 varaktan oluşan nüsha 2a sayfasından başlayıp 16b sayfasında sona ermektedir. Nüsha İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kütüphaneleri, İBB Atatürk Kitaplığı’nda depo bölümünde 811.3 sınıflama yer bilgisi ve Bel_Osm_K.02992 demirbaş yer numarasıyla kayıtlıdır. Desenli, mukavva bir cilde sahip olan nüsha, kalın sarı kâğıtlara ve siyah cetvelli çift sütun üzerine basılıdır. Nüshanın 2b sayfasında siyah mürekkeple yapılmış tezhipli bir serlevha mevcuttur. Her sayfasında 10 satırın bulunduğu nüsha 275x200 – 215x180 ölçülerindedir. Nüsha Hicri 1293 (1876/77) tarihinde basılmıştır. Nüshada ele alınan bu manzumeden başka Dâsitân-ı Bahr, Dâsitân-ı Vehhâbî ve Dâsitân-ı Sivastopol başlıklı üç manzume daha bulunmaktadır. Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul bu nüshada 2b ile 12b sayfaları arasında yer almaktadır. Nüshanın başında ve sonunda vikaye varakları mevcuttur. Baş taraftaki vikaye varağında “Hazâ bu kitâb der-âliyede Çenberlitaş Medresesi’nde felsefe hâcesi müderrisîn-i kirâmdan Hacı Hâfız Muhammed Şükrî Efendi hazretleri mahdûmu Hâfız Muhammed Zühdî Efendi’nindir” şeklinde bir temellük kaydı mevcuttur. Temellük kaydının altında “numerolar 24”, “Rebiülevvel 27” ve “sene 1302” ifadeleri vardır. Bu ifadelerden temellük kaydının 14 Ocak 1885 tarihinde düşüldüğü anlaşılmaktadır. Baş: Tā-ezel ol iḥtişāmı şānı var İslāmbolıñ Heft kūhuñ üstüne meskeni var İslāmbolıñ Yedi iḳlĮm dört gūşe ḥükm ider Ḳafdan Ḳafa Bir ʿadālet ṣāḥibi sulṭānı var İslāmbolıñ Son: Donanma emekdārı şaşḳın GülzārĮ Ḥaḳdan oldı saña iḥsān bu sene
Methiye Transkribe Edilirken Dikkat Edilen Hususlar
Methiye’nin imlâsında metne sadık kalınmıştır.
Arapça-Farsça kelime ve eklerin yazımında Prof. Dr. İsmail Ünverʾin “Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler” adlı makalesindeki tavsiyeler dikkate alınmıştır.
Metinde zihaf yapılan uzun ünlüler eğik (italik) olarak belirtilmiştir.
Med yapılması zaruret olduğu hâlde med yapılmayan hecelerin ünlüleri eğik olarak gösterilmiştir.
Nüshanın orijinalinde vezin gereği yapılmış olan ses türemeleri yay ayraç ( ) içinde gösterilmiştir.
Metinde anlam ve vezin gereği yapılan eklemeler köşeli parantez [ ] içinde verilmiş, ayrıca bu kısımlara ait görüntüler sonnotlar kısmında gösterilmiştir.
Nüshada birleşik yazılan “ile” edatı, kendinden önce gelen kelime ile arasına “-” işareti konularak gösterilmiştir.
4. TRANSKRİPSİYONLU METİN
Dāsitān-ı Medḥiyye-i İstanbul
fāʿilātün fāʿilātün fāʿilātün fāʿilün 1 Tā-ezel ol iḥtişāmı şānı var İslāmbolıñ Heft kūhuñ üstüne meskeni var İslāmbolıñ Yedi iḳlĮm dört gūşe ḥükm ider Ḳafdan Ḳafa Bir ʿadālet ṣāḥibi sulṭānı var İslāmbolıñ 2 Var mıdır hĮç bu cihānda böyle bir gülşen-mekān Medḥ idüp maġfūr buyurmış şehrini Rabbuʾl-Menān Bāġ-ı firdevs-i cināndır Fātiḥ-i zĮ-şān hemān SānĮ-i firdevs āşiyānı var İslāmbolıñ 3 Yedi iḳlĮm dört gūşe Āsitānıñ nāmı var Berr u baḥr u şarḳ u ġarba pür-ʿad[ı]l aḥkāmı var6 Virdi cennet ḫūb-rūyuñda lāle-i gülfāmı var Misk-i ʿanber sünbüli reyḥānı var İslāmbolıñ 4 İbtidā Ortaḥiṣārda bābınıñ miftāḥı var Āsitānı fetḥ idici fātiḥ-i fettāḥı var ʿAskerini kendüsini medḥ ider meddāḥı var Ḫāfiḳayna ḥükm ider ḫāḳānı var İslāmbolıñ 5 Ġulġule virdi cihāna geldi bir ṣāḥib-ḳırān Ẓulmeti küfri çıḳardı ara yerden nā-gehān Āsumāndan Āsitāne ṭoġdı bir nūr-ı Įmān Çoḳ duʿācı müʾmini iḫvānı var İslāmbolıñ 6 Altı cennet üsti Kaʿbe gökde beytüʾl-maʿmūrı Cemʿ ider Sulṭān Muḥammed var sülüs-i eşheri Bir velĮ-i ġāzĮdir kim Kerbelānıñ Ḥayderi Ḥażret-i ʿAlĮ gibi arslanı var İslāmbolıñ 7 Ķubbesini baġladılar Muṣṭafānıñ yāri_ile Minberi miḥrāb yapıldı ṭoldı içi nūr ile Aldı Ayaṣof(i)yayı cebr-i Züʾl-fiḳār ile Ḳahramānı sulṭānı ḫānı var İslāmbolıñ
Ṣaldı Fātiḥ pençesini deldi āhek toḥını Ḥaḳ Taʿālā ḳıldı āsān her umūruñ gücini Ol Resūlüñ medḥi-le geydi saʿādet tācını Enbiyādan fetḥine bürhānı var İslāmbolıñ 9 Üç yüz altmış ḳubbe üzre ḳāʾim olmış bir binā Ḥamdü liʾllāh ḳısmet itmiş ehl-i İslāma Ḫudā Tā-ḳıyāmet ḥaşr olunca eylesün Mevlā beḳā Üstüne nāẓır olan Sübḥānı var İslāmbolıñ 10 Cennet-i rıḍvāna beñzer böyle bir cennet-maḳām Revnaḳı ʿarşa ṭayanmış yaldızı altun ruḫām Misli yoḳdur bu cihānda şübhesiz bāġ-ı İrem Yeryüzünde ṣanma pek aḳrānı var İslāmbolıñ 11 Ey göñül gel şübhe itme bāġ-ı cennet bundadır İncü cevher laʿl ü gevher dürlü niʿmet bundadır ʿİlm-i maḥbūbe-i maḫṣūṣ ʿarż-ı cennet bundadır Cennetin rıḍvānı çü ġılmānı var İslāmbolıñ 12 Nūruʿosmāniyye Maḥmūdpaşaya da gitmeli Süleymāniyye güzeldir çoḳ ziyāret itmeli Hem BāyezĮd Cāmiʿinde bir ramażān ṭutmalı ʿÌd olunca ne güzel seyrānı var İslāmbolıñ 13 ʿÌd-i uḍḥiyye olunca çıḳmalı seyrānına ʿĀşıḳ-ı ṣādıḳ olanlar ḳavuşur cānānına Cümle ʿālem cemʿ olur hep Fātiḫiñ meydānına Bir ʿArafāt Ṭaġıdır ḳurbānı var İslāmbolıñ 14 Yeñiḳapu zevḳi çoḳdur gitmeli yaz mevsimi Aḳsarāydan almalı hem bir iki ġonce-femi Ṭaġıdır Cerrāḥpaşanıñ maḥbūbı cümle ġamı Lāle[si] çoḳ[dur] gül-i ḫandānı var İslāmbolıñ7 15 Muṣṭafāpaşada cānbāz oynadırlar ekserĮ Yūsuf-ı Kenʿāna beñzer ŞehremĮni dilberi Olmalı Yūsufpaşanıñ dilberine müşterĮ SĮm ü zere meyl iden ḫūbānı var İslāmbolıñ 16 Şehzādeniñ ḫūblarına dāʾimā el baġlarım Hem Vefānıñ dilberine ben cigerim ṭaġlarım Ḳızṭaşına geldigimde gice gündüz aġlarım ʿĀşıḳı pür Yūsuf-ı Kenʿānı var İslāmbolıñ 17 Bülbülem feryāda geldim bāġ u gülistānıma Vaṣf-ı ḥālim ʿarż ideyim server ü sulṭānıma ʿArş-ı Raḥmāna irişdi siyer ü efġānıma Bu sĮnemde āteş-i sūzānı var İslāmbolıñ Ol gözi ʿAnḳā misāli Ḳaf içinde gizlidir Sünbüli gül ruḫları eṭrāf içinde gizlidir Bir ʿayın bir zā iki mĮm kāf içinde gizlidir İsmini iẓhār ide iʿlānı var İslāmbolıñ 19 Ṣarıgüzel cānibinde görmişem bir nev-cüvān Eski ʿAlĮpaşa maḥbūb[esi çü] ḳaşı kemān8 Hem giceciler içinde açılur ġonce-dehān Bülbül-i şeydāsına gülşeni var İslāmbolıñ 20 Ḳaragümrük Ṣalma Ṭomruḳ südi Raman yāreni Ṣarmalı Sulṭān SelĮmiñ maḥbūb-ı dildārını Virse çār-şenbih güzeli ruḫlarını bārını Maḥbūbında kāfūrĮ gerdānı var İslāmbolıñ 21 Ḳāḍīçeşme hem [de] Zegrek cānibiñ ṭarḥ eyledim9 Ḫˇācepaşa dilberiniñ cismini çarḫ eyledim Paşaḳapu maḥbūbunı ʿaşḳ ile şerḥ eyledim Nice yüz biñ [tāne] üftād[ānı] var İslāmbolıñ10 22 Yapusı taḥt-ı zemĮnde söylenür biñbir direk Bükilür ipek içinde tezgāh ile dönerek Ḫūbları Çenberliṭaşın birbirine müşterek Ruḫları şems ü ḳamer tābānı var İslāmbolıñ 23 Ṣamat[i]ya cānibini eyledim zĮr ü zeber11 Mektebi her yanı gezdim eyledim bir kez naẓar Maḥbūb-ı ṣādıḳ bulunmaz bu yeriñ aldım ḫaber Bu ḫuṣūṣda bir ʿaẓĮm noḳṣānı var İslāmbolıñ 24 Şehr-i İslāmbola layıḳ söyledim bir dāsitān Dürr-i yektādır cihānda bu bilād-ı Āsitān Ḥażret-i Yūsufa beñzer [bunda] maḥbūb-ı zamān12 ʿĀşıḳı mecnūn ider cānānı var İslāmbolıñ 25 Ḳahvesini berber ü ḥammāmını görgeç yeter Mecmūʿ-ı eṣnāfı gördüm fānĮye ṭapmış gider Yetmiş iki buçuḳ millet her biri bir yol ṭutar Kāfir ü sünnĮ Müsilmānı var İslāmbolıñ 26 Rāh-ı taḳvāya gidenler ġuṣṣadan āzād olur ʿİlmi-le ʿāmil olanlar dü cihānda şād olur Nefs ü şeyṭāna uyanlar cümlesi bĮ-dād olur ʿĀṣĮleriñ ḳatline fermānı var İslāmbolıñ 27 Tūnus ile Ṭrabzon Kütahya Ḳonya Vidin ü Cām Hem Ḥaleb ile Ḫorāsān Ḥind ü Yemen Mıṣr u Şām TebrĮz ü Baġdad Cezāyir itse Ìrān iḥtişām Bunlarıñ mecmūʿına meydānı var İslāmbolıñ 28 Āl-i ʿOsmān ülkesi taḫt-ı ʿadālet bundadır Ol Ḫudānıñ maẓharı feyż-i hidāyet bundadır Ey göñül küllĮ maḫlūḳı her vilāyet bundadır Birine denk olur mihmānı var İslāmbolıñ 29 Her ne deñlü medḥ olunsa bu bilāda yaḳışur Yapuları ḳarşu ḳarşu birbirine baḳışur Mecmaʿuʾl-baḥreyn dinilmiş şol fenerde ḳavuşur Gice gündüz cūş ider ʿummānı var İslāmbolıñ 30 Merḳad-i Yūşaʿyı gör kim nūrı ʿarşa ṭoḳınur Çamlıcanıñ pertevinden Bursa İzmir ṣaḳınur Beyḳoz ile Ṣarıyerde lāle sünbül ṭaḳınur Üsküdarda bāġ u gülistānı var İslāmbolıñ 31 Ġalaṭanıñ ḳullesi birden uzatmış başını Baḥr içinde Ḳızḳulesi aḳıdır gözden yaşı Şimdi Sulṭānahmedi gör hem [de] Dikiliṭaşı13 Böyle maʿrifetlice merdānı var İslāmbolıñ 32 Bāb-ı Hümāyūndadır cümle evḳāf nāẓırı Şeyḫüʾl-İslām Ḳapusında var şerĮʿat ḥāẓırı Üç yüz altmış güni vardır hem o ḳadar bāzārı Gökde yıldız ṣaġışı insānı var İslāmbolıñ 33 Beslenür eski sarāyda leşkeri ser-ʿaskeriñ Dāver-i kişver-i cihān mĮralayı mihteriñ Züʾl-fiḳārı mücrim olsun bir ʿadūya ḫunkārıñ Ṭop tüfeng ḫançer ḳılıç ḳalḳanı var İslāmbolıñ 34 Ḳurılur Ḳasımpaşada ʿĮş ü ʿişret meclisi Cānib-i Ṭobḫānededir hep güzeller ḫāliṣi Geç Beşikṭaş bāġçesini hem Çerāġıñ Yalısı Baḥr-ı ʿummān üstüne kāşānı var İslāmbolıñ 35 Taḥt-ı Ḳalʿa Ḳāḍīḫānı başına ḫançer ṭaḳar Şol Mıṣır Çār-sūsında misk-ile ʿanber ḳoḳar [Hem] Yeñi İskeleden nice biñ tüccār çıḳar14 İḥtisābı gümrügi mĮzānı var İslāmbolıñ 36 Kenz-i ḍarb-ḫānesi var sĮm ü zeri kesilür Baṣma-ḫānesini gezdim hep kitāblar baṣılur Açılur türlü metāʿı çār-sūsında ṣatılur Çoḳ güzel bāzārı bedestānı var İslāmbolıñ 37 Cümle nāsıñ iştiyāḳı şehr-i İslāmboldadır Baḥr-ı ebyaḍ ṣaġ ṭarafı baḥr-ı esved ṣoldadır Ḥacılar ḥacca giderler yılda bir kez yoldadır Her recebde çıḳılan kervānı var İslāmbolıñ 38 Nice yüz biñ paşası var nice yüz biñ ḥacılar Ehl-i ʿilme hem bir olmış gice ile gündüzler Her fünūnda māhir olmış deryā-vaḳūr ḥˇāceler Dürr-i meknūn maʿdeninde kānı var İslāmbolıñ 39 Hem ramażān geldigince açılur Dāruʾs-selām Elde tesbĮḥ dilde zikri virdi var İslāmbolıñ Diñle[ye]yim ehl-i Ḳurʾān bunda olmuşdur ḫitām15 Nice yüz biñ ḥāfıẓ-ı Ḳurʾānı var İslāmbolıñ 40 Diñleseñ ḳayyūm müʾezzini hem imām ḫaṭĮbi Parmaġı altun ḳalemi Āsitānıñ kātibi Herkesiñ bir ḫizmet ile tertĮb itmiş rātibi Böylece bir yol[ı hem] erkānı var İslāmbolıñ16 41 Kendi seksan biñ maḥalle çār-ʿişrūn ḳapusı Bir şĮrĮn meskeni var ḳaṣrı cennet yapusı Hep duʿā ḳılmış erenler evliyālar ḳamusı Feyżi çoḳdur ʿāleme iḥsānı var İslāmbolıñ 42 Şol yigirmi dört ḳapuda her gice ḳandĮl yanar Altısı ṣaḥrāya ḳarşu on sekiz baḥra döner Her seḥer vaḳtinde Ḥaḳdan üstüne raḥmet iner Her seḥer vaḳti setr-i ġufrānı var İslāmbolıñ 43 Nallıḳapu baḥr içine baġlamışdır bābını Yedi ḳola dört gūşeye çekdi düşman bābını Geç Silivriḳapusundan diñle dervĮş nāyını MevlevĮde dervĮşe cevlānı var İslāmbolıñ 44 Ṭobḳapusı gice gündüz Yeñibāġçeye baḳar Hem Edirneḳapusından cümle cān girer çıḳar Egriḳapunuñ gözinden gice gündüz ḳan aḳar Ol maḥalde ġālibā bir ḳanı var İslāmbolıñ 45 Çevre yanıñ hem ḳuşanmış inḥiṣār-ı kūh-ı Ḳaf Ṣaḥn-ı dünyā Ḳaʿbeveşdir ḳabr-i Fātiḥ bĮ-ḫilāf Nıṣf-ı beyti didiler türbesiñe idin ṭavāf Eyyūb [el-]Enṣār gibi ḫūb cānı var İslāmbolıñ17 46 Şol ḥadĮs-i enbiyādan medḥ olunmuş tā-ezel Belde-i ṭayyibe ḥaḳḳında [āyet] oldı münzel18 Cennetüʾl-meʾvāya beñzer nev-bahārı ne güzel Üstüne ṭoġmış nūr-ı Raḥmānı var İslāmbolıñ 47 Ḥażret-i Ḥaḳ ḫūb yaratmış ṭaşını ṭopraġını Cennet-i rıḍvān didiler bostān-ile bāġını Çekmeceniñ cānibinden aldılar ırmaġını Nūş idelim kevser-i RabbānĮ var İslāmbolıñ 48 Bir ḳadeḥ nūş eyleyince keşf olur yüz dört kitāb İntiḫāb olur kelāmıñ ṣāf it iç şarāb-ı nāb19 Maʿrifet kesb eyle her dem bul murād-ı kām-yāb Çalışalım mekteb-i ʿirfānı var İslāmbolıñ 49 Ölmeden çıḳmam içinden dāʾimā ṭursam gerek Ol Ḫudāya şükr idüp de maḳṣūda irsem gerek Bundadır üçler yediler ḳırḳları görsem gerek Ḥażret-i Ḫıżır gibi aḫdānı var İslāmbolıñ 50 On iki yıl ḫizmet itdüm Fātiḥ-i zĮ-şāna ben İçmişem ʿaşḳıñ şarābıñ ṭalmışam ʿummāna ben Dürr-i meknūn maʿdeniyem uġradım bu kāna ben Müşkilātım fetḥ iden şuyūḫı var İslāmbolıñ 51 Şol Aḫısḫa şehridir sancaġımız ser-ḥaddimiz Hem ḳażāmız Aratucdır seḥerdir gül kentimiz ʿĀḳıbet Allāhu aʿlem bundadır medfenimiz Milk-i ʿömrime ecel peymānı var İslāmbolıñ 52 Ḳaldı Sulṭān Maḥmūdıñ dünyāda ḫayrātı mezĮd Ḳurdılar deryā yüzünde iki ḳanṭar-ı cedĮd Ḫaste-ḫāne baġlıdır köprisi[ne] ʿAbdüʾl-mecĮd 20 Nām-ı memdūḥ şevket-i şāhānı var İslāmbolıñ 53 Devlet-i ʿAbdüʾl-mecĮddir bu ʿaṣrıñ ḫunkārı Ol ʿālĮ ṣadr-ı aʿẓam Āṣaf-ı tevāngeri Söyledi Aḥmed-i şeydā tārĮḫini gevheri Pādişāha biñ ḳaṣr-ı rıḍvānı var İslāmbolıñ
Sonuç
Mekân edebî eserlerin en önemli unsurlarından biridir. Bir müellifin, içinde yaşadığı mekândan kopuk olarak eserlerini icra etmesi düşünülemez. İçindeki canlı ve cansız varlıklarla bir bütün oluşturan mekân, Methiye’de şairin ruhundaki duygu ve heyecanlara yön veren bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Ahmed, İstanbul’u kültürel, sosyal, coğrafi, askerî, tarihî, ticari ve dinî özellikleri ile doğal güzelliği bakımından geniş bir yelpazede ele almıştır. Methiye’de, belirtilen unsurlara dair verilen bilgiler döneme ışık tuttuğu için Methiye tarihî belge niteliğindedir. İstanbul şehrinin methedildiği bu Methiye’nin şairi olan Ahmed, 19. yüzyılda yaşamış olup sadece Sicilli Osmanî’de verilen bilgilerin onunla ilgili olduğu düşünülmektedir. Sicil’deki bilgilere göre Ahmed, Eyüp’te müderris olup 1862/63’te vefat etmiştir. Ahmed’in Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul’u Mehmet Arslan’ın İstanbul’a dair şehir şiirleri araştırmasındaki sayıya eklendiğinde bu sayı 60’a ulaşmıştır. Manzumenin nazım şekli murabbadır. 53 bentten oluşan bu murabba yazılmış olan en uzun murabbalardan biridir. Mısraların vezinle olan uyumu zayıftır. Birçok mısrada imale ve zihafla ilgili aruz tasarruflarına yer verilmiştir. Bazı mısralarda ek ya da kelime eksiklikleri tespit edilmiş, bunlar metin içerisinde gösterilmiştir. Kafiye ve redif bakımından da bazı uyumsuzluklar görülmüş ve bunlar tek tek belirtilmiştir. Ahmed, Methiye’de İstanbul merkezli 57, İstanbul dışından 23 olmak üzere toplamda 80 mekânın yerini zikretmiştir. İstanbul dışındaki mekânların isimleri, karşılaştırma yapılmak suretiyle İstanbul’u övmek amacıyla kullanılmıştır. İstanbul merkezli mekânlar ise farklı özellikleriyle övgüye değer mekânlar olarak verilmiştir. Bu mekânlardan 38 tanesi günümüzde Fatih ilçesi sınırları içerisindedir. Geriye kalan 19 tanesi İstanbul’un farklı bölgeleridir. Şehir methiyeleri şehri genel olarak değerlendirip öven şiirlerdir. Ahmed’in Dâsitân-ı Medhiyye-i İstanbul’u şehrin önemli merkezlerine yer vererek buraları övmesi yönüyle diğer şehir methiyelerinden ayrılır. Methiye’de 7-8 bentlik kısa bir bölümde bazı güzellerden bahsedilir. Ancak bu güzellerin isimleri verilmez, vasıfları da anlatılmaz. Bu yönüyle de şehrengizlerden ayrılır. Methiye’de sade ve anlaşılır bir dil kullanan Ahmed, İstanbul’u anlatırken ressam titizliğiyle hareket etmiştir. Daha çok yaşadığı mekânları tasvir etmiş ve bu mekânlara karşı duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. Şair “Ölmeden çıkmam içinden dāʾimā tursam gerek” diyecek kadar İstanbul âşığıdır.
Yorum Sayısı : 0