Bedensel Özürlülerle de Yardımlaşmalıyız

Ali Rıza Demircan 2022-06-08

Bedensel Özürlülerle de Yardımlaşmalıyız

Bedensel özürlülerin sayılarını artıracak savaşa katılmaya ve yandaş olmaya "hayır" diyerek mesajımıza başlıyoruz. Oranlar farklı olsa da bütün toplumlar gibi toplumumuzda da bedensel özürlüler vardır.

Oranlar farklı olsa da bütün toplumlar gibi toplumumuzda da bedensel özürlüler vardır. Büyük çoğunluğunu görme, işitme, konuşma, yürüme ve düşünme özürlülerinin oluşturduğu bedensel özürlüler, ilgilenilmesi gereken ve sayısal yoğunluğu da olan toplumsal kesimimizdir.

Duygu, düşünce, eğilim ve ihtiyaçlar bakımından sağlıklı insanlar gibi olan özürlülerin eğitimden ise, spordan cinselliğe kadar çözüm için yardım bekleyen pek çok problemleri vardır.

Bir kısmı doğuştan özürlü olan, önemli bir kısmı da kazalar ve hastalıklar sebebiyle özürlenen insanlarımız, Kur'ân ve Sünnet dilinde Zu'âfâ, ülid-Darar, A'ma, A'rec ve Merîz gibi kelimelerle anılmaktadır.(1)

Sağlıklı insanlarımız gibi bizzat özürlülerimiz de bilmeli ve inanmalıdırlar ki engellilerimiz de Yaratan katında yargılanacak yükümlü ve sorumlu insanlardır.

Bedensel özürlülerimiz de sağlıklı insanlar gibi İslâmî îman esaslarına inanmakla mükelleftirler. Onlar da kalbi cihâd, adalet, namaz, oruç, zekât ve hacla, akraba ve komşuluk görevleriyle sorumludurlar. Onlar da içki, kumar, yalan, ümitsizlik, bencillik ve tembellik gibi haramlardan kaçınmakla görevlidirler. Ne var ki kolaylıklar dîni olan İslâm'da özürlülük hali gibi maddî engeller bazı ilâhî görevleri düşürür-. Bazılarını eksiltir ve bazılarını da değişikliğe uğratarak hafifletir. Üstelik yardım almaya da hak kazandırır.

Örneğin zihinsel özürlü yükümlü olmaktan çıkar. Bedensel özürlüden silahlı cihâd vazîfesi kalkar. Yardımcısı olacak bir yakını bulunmayan ve parayla da istihdam edemeyecek olan varlıklı özürlüden hac ve mesrû davetlere katılma görevleri düşer. Ayağı kesik özürlü kişi cemâat namazlarına katılmaktan affedilir, özürlü, namazlarını cem ederek; birleştirerek kılabilir. Fakir özürlü öncelikli olarak da zekât ve nafaka almaya hak kazanır. Mecelle ifadesiyle özetlersek, "Meşakkat teysîri (kolaylığı) celbeder." (2)

Yüce Dînimizin özürlülerimiz için açtığı ve onlar için nice vakıflar kuran sanlı ecdadımızın yürüdüğü yolda bizler de koşmalı, yasamı kolaylaştırıcı ve renklendirici atılımlar yapmalıyız.

A- özürlülerimiz/engellilerimizin problemlerinin çözümü, gereksinimlerinin karşılanması ve yaşamlarının kolaylaştırılmasında birinci derece kendileri sorumludur. Çünkü kendileri mükelleftirler.

Özürlüler, kendi kusurları sebebiyle özürlenseler dahî, özürlülük halinin bir ser olmadığına inanmalıdırlar. Karamsarlığa düşmemelidirler. Yasamın ebediyen süreceğini, dünya hayatının, yaşanacak hayatın yalnızca aksam veya kuşluk vakti gibi pek küçücük bir bölümünü oluşturduğunu bilmelidirler. Azimlerini yitirmemeli, tembelliğe yatmamalıdırlar. Güçleri oranında sorumlu, yararlı isler üretmekle de mükellef olduklarını kavramalıdırlar. Çevrelerine gereksiz olarak yük olmamalı, alacakları maddî ve manevî yardımları azaltmaya çalışmalıdırlar. Kendilerine yönelik eğittim kurumlan, is alanları ve sosyal tesislerle ilgili projeler üretmelidirler, özürlülük durumlarının ebedî hayatları için büyük bir nimet olduğuna da îman etmelidirler. Çünkü Yüce Rabbimiz, insanları denemeye uğratacağını duyurmakta, "Biz Allah'ın kullarıyız, O'na döneceğiz" diyerek sabır gösterecekler için ebedî nimetler müjdelemektedir.(3) Bakınız Peygamberimiz bu müjdelerden birini nasıl örneklendirmektedir:

"Yüce Allah şöyle buyurur: Kulumu, iki gözünü almakla imtihan ettiğim zaman mükâfatım alacağı beklentisiyle sabrederse onu Cennetle armağanlandırırım." (4)

Hiç şüphesiz müjdelenenler yalnızca görme özürlüler değildir, irade dışı oluşumları kuşatan ilâhî kader'e isyan edilmediği ve sevaplar beklenildiği sürece her bir özür, çekilen zorluklar ve ızdırablar ölçüsünde özürlünün mükâfatlandınl-masına neden olacaktır, üstelik özürlüler inançları ve iyi niyetleriyle yapamayacaktan islerin sevablarını da alabileceklerdir.

Haklar ve hürriyetlerimiz yanı sıra yurtlarımızın korunması için verilmesi gerekecek savaşta, özürlülerin savaşmakla sorumlu tutulmayacaklarının bildirildiği âyette bu ayncalıklan şöylece açıklanmaktadır:

"Körün, topalın ve hastanın (Allah yolunda savaşamadıklarından dolayı) bir sorumlulukları yoktur. Ama her kim (fiilen veya kalben) Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse Allah onu içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Kim de (fiilen veya kalben) yüz çevirirse onu da elem verici bir azaba çarptıracaktır." (5)

B- Problemlerinin çözümü ve ihtiyaçlarının karşılanmasında özürlülerin kendileri gibi bizler de sorumluyuz. Ana görevimiz, özürlülerimizi sağlıklı insanlar gibi değerlendirmek; şahsiyetlerini tanımak ve saygı göstermek olmalıdır.

Hz. Peygamber'in, Mekke'nin egemen şahsiyetlerini İslâm'a davet ettiği bir sırada gelerek soru yönelten ve cevap bekleyen a'ma Abdullah İbn-i Ümm-i Mektum'a ilgi göstermediği için Yüce Mevlâmızın Peygamberimizi kınayan Abese sûresinin ilk âyetlerini indirmesi, diğer insanlar gibi onların şahsiyetlerinin de önemsenmesi gereğini öğretmektedir.

a- Merkezî ve mahallî yönetimler olarak bütün sosyal imkânlarımızı, sağlıklılardan çok onların eğitimi ve gelişimi için harcamalıyız. Mevcut kurumlan geliştirmeli, olmayanlan da kurmalıyız. Çünkü onlar toplumuzun manevî güvenceleridir. Peygamberimizin "Sizler ancak zayıflarınız sebebiyle rızıklandırılıyorsunuz."(6) buyurması, bu gerçeği açıklamaktadır.  

Onlar, kabiliyetleri çizgisinde yetiştirilmeli, kendilerine moral ve topluma katkı saglamalan için de istihdam edilmelidir. Sevgili Peygamberimizin görme özürlüsü Itban b. Malik'i imamlıkta ve Amr b. Kays'ı da vekili olarak Medine yönetiminde iki defa görevlendirmesi, izlememiz geren örneklerimizdir.(7)

Özürlüler arasında nice filozoflar ilim ve sanat adamları ve de mûcidler çıktığı bir gerçek olduğuna göre özürlülerimiz ihmal edilmemelidir. Kaldı ki özürlü de olsalar kişilerin kendi el emeklerini yemeleri, diğer insanlara ihtiyaç arz etmemeleri asıldır. Çünkü Peygamberimiz, zaruret olmaksızın insanlara yük olunmaması gereğini açıklamakta, böylesi soylu bir tavrın Cennet'e götüreceğini müjdelemektedir.(8)

b- Kişisel olarak da özürlülerimize karsı özel bir ihtimam göstermeliyiz. Çünkü onlara yapılacak maddî ve manevî yardım çok daha faydalıdır, hayatîdir ve de sevablıdır. Azîz Peygamberimiz "...Körlere eşlik edip yol göstermek, bedenî yardıma muhtaç özürlülere katkı sağlamak, sağır ve dilsizlere, muhtaç oldukları bilgileri anlayabilecekleri şekilde duyurmak, Rabbimizin rızasına erdirecek hayırlı amellerdendir."(9) buyurmaktadır.

Çok iyi bilinmelidir ki özürlüler, özürleriyle denenirken bizler de onlara yardıma olup olmamakla deneniyoruz. Bu sebeble, ailesinde yakınında ve çevresinde engelliler bulunan insanlanmız, onların durumuna düşebileceklerini bilmeli, onlara kendileri için ilâhî bir deneme olduktan bilinciyle yaklaşmalı, âhiret saadetlerine yardıma vesîleler olarak görmelidirler.

Kurân-ı Kerîm'de "Körlerin, topalların ve hastaların çevrelerinden yardım beklemeleri ve yaralanmalarının tabii olduğu, sakınca taşımadığı..." açıklanmakta-dır.(1O) Ne var ki özürlüler de gördükleri ilgiyi sömürmemeli, gerektiğinden fazla yük olmamalıdırlar.

Her vesîle ile sık sık duâlı teşekkürlerini sunarak fedakâr yardımlarına yaptıklarının onurunu ve mutluluğunu yasatmalı, onların sabırlarını beslemelidirler. Çok iyi bilinmelidir ki Allah'a şükür gibi insanlara teşekkür de dînî bir görevdir. Peygamberimiz, "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükretmez." (11) buyurmakta, böylece tefekkürsüzlügün vehâmetini açıklamaktadır.

Yardımlarımızı bekleyen insanlara yardıma olmak ne kadar büyükse onlara karsı gösterilecek ihmaller ve islenecek hatalar da o kadar büyük olur. Sevgili Peygamberimiz, "Bakmakla yükümlü olduğu kişileri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter" buyurarak ve "A'maya yolunu şaşırtan kişiyi..." lanetleyerek bu gerçeği duyurmaktadır. (12)

Özetlersek bedensel özürlülük acınacak değil, yardımlaşılacak haldir. Ama acınacak özürlülük, Kur'ân diliyle söylersek Allah'a ve yasalarına İmansızlıktan kaynaklanan ruhsal sağırlık, dilsizlik ve körlüktür; ahlâkî felçliliktir; güzellikler karsısında duyarsızlıktır.

Bunun içindir ki Kur'ân ve Peygamberi Sünnet bedensel ve ruhsal özürlülüğün bir olamayacağını açıklamakta, daha çok ruhsal/ahlâkî özürlülük üzerinde yoğuntaşmaktadır.(13)

 

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0