Prof. Dr. Murat Sülün 2024-09-18
el-Ahzâb 33/56’da emredilen salâtuselâm kavramı, İ�slamî� literatüre Allāhumme salli ‘alâ seyyidinâ muhammed vb. cümleleri tekrarlayarak, “Hazret-i Peygamber’e salavât getirme” anlamı ile geçmiş gözükmektedir. Ancak bu anlayışta birtakım eksiklikler olduğu muhakkaktır: İlkin; âyette, Müslümanlara manevi babaları olan peygamberlerine sahip çıkmaları emredilirken, onlar salavâtı sihirli bir formül niyetine okumaya başlamışlar; salavât sayesinde ‘korktuklarından emin, umduklarına nâil’ olacaklarına inanır hale gelmişlerdir. Bu anlayışın izleri, son yıllarda oldukça popüler olan Yâ Rabbi bi’l-Mustafâ belliğ makāsıdenâ va’ğfir le-nâ mâ madā yâ vâsi‘a’l-kerami… (Ya Rabbi! Mustafa sayesinde bizi amaçlarımıza erdir; gelmiş geçmiş günahlarımızı bağışla ey keremi bol!) ezgisinde1 de gözlemlenebilir. İkinci olarak; “tek efendi” olan Yüce Allah’a yalvarırken bir başkasından “efendimiz” diye bahsedilmesindeki sakillik dikkat çekicidir. Üçüncü olarak; âyette “Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyor. Ey iman edenler! Siz de ona salâtuselâm edin!” buyrulduğu halde, Müslümanlar bu emre “Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e sen salâtuselâm et!” diye karşılık vermektedirler ki salâtuselâm sadece bununla kaldığında, İ�srail oğullarının, kendilerine yurt arayan ve onları bu uğurda cihada teşvik eden Hazret-i Musa’ya; “Rabbinle birlikte gidip ikiniz savaşın; biz sonra gelir, kente gireriz!” demelerine benzer bir nitelik arzetmektedir. Dördüncü olarak; salavâtlarda çeşitli varlıklar sayılarak, Allah’ın, Peygamber’e bunlar sayısınca salât etmesi istenmekte, ama bu konuda hiçbir rakam kâfi gelmediği için “sınırsız” salât reca edilmektedir; bu, salât sayısına büyük önem atfedildiğini göstermektedir. Dahası, Salât-ı Tefrîciye’nin 4444 kez okunmasıyla olağanüstü sonuçlar alınabileceğine inanılmaktadır. Beşinci olarak; bazı salavât metinlerinde adeta siyerin özetlendiği görülmektedir. Ancak bu salavâtlarda, Hazret-i Peygamber’e çeşitli olağanüstülükler yüklenmektedir ki başlı başına bir meseledir2 . Bu tür destanî�, menkıbevî� anlatımlar edebiyatta3 normal karşılanabilir; ancak “insanlığın gerçek kurtarıcısı” olarak nitelediğimiz Peygamber (s.a.)’i bu tip4 sıfatlarla anlatmaya gerek yoktur; onun Kur’anî� sıfatları5 ve normal beşerî� çerçevedeki özellik ve başarıları onu insanlara anlatmak ve sevdirmek için fazlasıyla yeterlidir. -Bununla birlikte, salavât metinlerinin içerik analizi ayrı bir çalışma konusudur.- Altıncı olarak; peygamberimizle birlikte başka peygamberlere de salâtuselâm etmekte isek de genelde -Hazret-i Ali’yi ve Peygamber hanedanını [Ehl-i Beyt’i] büyük ölçüde Şî�‘a’ya bıraktığımız gibi- peygamberlerden de, sanki mevcut [فَّ محر [dinlerin temsilcileriymiş gibi belli belirsiz uzak durduğumuz görülüyor. Oysa başta Kur’ân’da adı geçenler olmak üzere, tüm peygamberler İ�slâm peygamberidir. Sorun, getirdikleri dinin İ�slâmiyet yani Hakk’a teslimiyet olmaktan çıkıp, bu büyük zevatın adıyla anılmaya başlaması, nûhî�liğe, mesevî�liğe, î�sevî�liğe dönüşmüş olmasıdır ki, Müslümanlar açısından da İ�slâmiyet’in muhammedî�liğe dönüşme riskinden söz edilebilir
Yorum Sayısı : 0