Prof. Dr .Mürteza Bedir 2024-09-16


Fıkıh, ilk ortaya çıktığı andan itibaren ihtilaf (görüş ayrılığı) ile anılmaya başlanmıştır. İslami gelenekte Peygamberimize bir hadis olarak nispet edilen1 “رحمة أمتي اختالف “yani “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” sözünün ilim ehli arasında furu-ı fıkıh ihtilafları için söylenildiği kabul edilir. Kitâb-Sünnet-İcma dışında kalan alanda içtihat meşru görüldüğü ve içtihadın bir şer‘i-ameli meselede zann-ı galiple (baskın kanaat, yorum) görüş oluşturma olarak kabul edildiği için fıkıh uzmanlarının (fukahâ) ihtilafı sahabe çağından beri meşru sayılmaktadır. Kuşkusuz her görüş ayrılığı gibi fıkıh ihtilafları da zaman zaman tabii olarak çok ileri düzey gerilimlere neden olabilmektedir ama genel olarak İslam düşünce geleneğinde fıkhi görüş ayrılıkları rahatlıkla kabul edilen/hoşgörü ile karşılanan bir olgudur. Diğer yandan usûlü’d-dîn yani dinin esasları konusunda daha çok şer‘i kabullere dayanılıp daha az yoruma yer verilirken, fıkhın füru meselelerini çözümlemek için nasların manasında ve maksadında gizli manaların keşfi, yani içtihat yoluyla hükümlerinin tespiti esas olup bu nedenle yorum, fıkhi etkinliğin odağını teşkil etmektedir. Böylece nasların vazettiği hükümlerin içine ve arka planına bakmak, onlarda mevcut gizli manaları keşfetmek, ister istemez yoğun bir yorum faaliyeti gerektirmekte ve bu da ihtilafları yani fakihlerin farklı farklı sonuçlara ulaşmasını mümkün ve hatta kaçınılmaz kılmaktadır. Fıkıh tarihinde ilk ihtilaf kitapları 2./8. yüzyılda fıkıh telifinin başladığı çağa kadar gider; Ebu Yusuf ’un İhtilâfü Ebî Hanife ve İbn Ebî Leyla adlı eseri ile er-Redd alâ Siyeri’l-Evzâ‘î ve Şeybânî’nin el-Hucce ‘ala Ehli’l-Medine’si ilk ihtilaf metinleridir. Ayrıca Evzâ‘î’nin Kitabü’s-Siyer’i, Şeybânî’nin Kitâbü’l-Asl’ı, Şafii’nin el-Ümm’ü ve daha pek çok 2./8. yüzyıl fakihinin yazıları da ihtilafları içermektedir. Özellikle el-Ümm’ün sonuna eklenen birçok ihtilaf risalesi de fıkıh ihtilaflarını içeren ilk örnekler arasında görülebilir.2 İhtilâfü’l-fukahâ/ulemâ edebiyatı daha sonra hem genişleyip hem de gelişmiştir. Hemen hemen aynı çağda yaşayan Mervezî (ö. 294/906), Taberî (ö. 310/923), İbnü’l-Münzir (ö. 318/930), Tahâvî (ö. 321/933) ve daha pek çoklarının İslam’ın ilk 3-4 yüzyılındaki fıkhi ihtilafları derleyen çalışmaları türün daha gelişmiş önemli örnekleridir. Bu çalışmaların ilk örnekleri mezhep öncesi dönemi yansıtırken ikinci gruptakiler mezheplerin görüşlerinin olgunlaştığı dönemin ürünleri olup tüm Sünni fukaha arasındaki ihtilafları derlemek gibi bir amaç gütmüşlerdir. Bunların yanında özellikle mezheplerin yerleşmesinden ve İslam toplumlarının temel bir kurumu haline gelmesinden sonra mezhep-içi ihtilaflar da derlenmiş ve böylece gerek bir mezhebin kendi içindeki ihtilaflar gerekse mezhepler ve fakihler arası ihtilaflar bir arada ya da ayrı ayrı incelenir olmuştur. Fıkhi ihtilaflar, (gerek belirli bir mezhebin kendi içindeki ihtilaflar gerekse mezhepler arası düzeydeki ihtilaflar) fıkıh tarihinde genellikle yeni ve değişen şartlara uyum stratejisinde fakihlere manevra alanı açan bir işlev görmüştür. Diğer yandan fıkhi ihtilafların mezheplerin fıkıh eğitiminde ileri aşama fıkıh uzmanlığı bağlamında önemli bir eğitsel işlev gördüğü de bir gerçektir. Fıkhi ihtilafların nedenlerine dair çokça çalışma yapılmış olsa da bunların oynadıkları işlevler maalesef yeterince incelenmemiştir. Özellikle mezhep, ulema sınıfı, toplum ve siyaset arasındaki ilişkiler gibi konuların ciddi araştırmalara konu edilmeyi hak eden bir potansiyele sahip olduğunda kuşku yoktur. Hanefi mezhebinde ihtilaf edebiyatının gelişmiş örnekleri 4./10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmıştır.3 Özellikle Doğu (Horasan/Mâveraünnehir) Hanefiliğinde farklı ihtilaf yazın türlerinin geliştiğini görüyoruz. Bu yazın türlerinden iki tanesine bu çalışmayı ilgilendirdiği için değineceğiz. Birinci türü Ebû Zeyd ed-Debûsî (430/1039) adına yayınlanan Te’sîsü’n-nazâir4 adlı çalışmada görüyoruz. Bu çalışma aslında ihtilaf edebiyatının çok farklı bir türü olup bu çalışmanın kapsamına girmese de ihtilafların taraflarını belirlemede diğer türle mukayese imkanı verdiği için kısaca ele alınacaktır. Diğer tür ise Ebu Hafs Ömer en-Nesefî’nin (ö. 537/1142) el-Manzûme fi’l-Hilâfiyyât adıyla bilinen eseriyle ortaya çıkmıştır.5 Bu eseri, yazarın kendisi şerh etmiş ve ardından Alâüddin el-Üsmendî (ö. 552/1157) onun tertibini değiştirerek daha çok Muhtelefü’r-rivâye olarak bilinen bir eser kaleme almıştır. Gerek Nesefî’nin şerhi gerekse Üsmendî’nin Muhtelefü’r-rivâye’sinin günümüze ulaşan nüshalarını incelediğimizde bunların tertibini değiştiren bazı tasarrufların anonim olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Te’sîsü’n-nazâir, Debûsî’ye nispet edilse de yakın zamanlarda bu çalışmanın onun olmadığı ileri sürülmüştür. Şükrü Özen bu çalışmanın 5./11. yüzyılda yaşayan Ebu Cafer es-Sürmârî’ye ait olabileceğini söylemektedir.6 Ancak bu eserin günümüze ulaşan nüshalarının önemli bir bölümünde yazar olarak Ebü’l-Leys es-Semerkandî (ö. 373/983) kaydedilmektedir. Bu eserin tüm nüshaları üzerine yapılan bir ön inceleme sonucunda Debûsî’ye nispet edilen nüshaların Ebü’l-Leys’e nispet edilenler üzerinde birtakım tasarruflarla geliştirilmiş nüshalar olduğu anlaşılmaktadır.7 Te’sîsü’n-nazâir, fıkhî ihtilafların tam bir dökümünü yapmak gayretinde değildir. Zaten eserin hareket noktası ihtilaflar değil ihtilafların dayandığı asıl’lardır; asıl, muhtemelen ihtilafın tarafı olan iki kişinin ihtilaflarının dayandığı ‘tutarlılık arayışını yöneten ilke’ manasına gelmektedir. Muhtemelen bu sebeple eser, bir ihtilaf kitabından çok ihtilafların dayandığı ilkesel pozisyonları ele alan usul-furu (tahrîcü’l-furû ale’l-usûl) edebiyatıyla daha çok kıyaslanmaktadır. Diğer yandan, içerdiği ihtilaflara rağmen, bu eser ihtilafü’l-fukahâ türü eserlerde genellikle gördüğümüz, “fıkıh bölümlerinin her bir başlığı altındaki ihtilafları sıralamak” gibi bir amaca sahip değildir. Bu yazı için Te’sîsü’n-nazâir’ı önemli kılan ise, eserde görüşleri verilen fakihler ve bunların sırası ve birleşimidir. Te’sîsü’n-nazâir, ihtilafları şu başlıklar altında ve şu isimler arasında sıralamaktadır: 1. Ebu Hanife ile Sâhibeyn Arasındaki Hilâf; 2. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf ile Muhammed Arasındaki Hilâf; 3. Ebu Hanife ve Muhammed ile Ebu Yusuf Arasındaki Hilâf; 4. Ebu Yusuf ile Muhammed Arasındaki Hilâf; 5. Üç Ashabımız ile Züfer Arasındaki Hilâf; 6. Üç Ashabımız ile Malik b. Enes Arasındaki Hilâf; 7. Bizimle İbn Ebî Leyla Arasındaki Hilâf; 8. Bizimle İmam Şafi‘î Arasındaki Hilâf; 9. Birtakım Meselelerin Üzerine Oturduğu Çeşitli İlkeler. Sonuncu maddeyi çeşitli ihtilaflar olarak değerlendirirsek aslında sekiz taraf belirlenmiş durumdadır. Burada dikkat çeken önemli bir olgu bu eserde 4./10. yüzyıl sonrası ihtilaf kitaplarında görmeye alışık olmadığımız şekilde 7. maddede Kufe’nin meşhur fakihi İbn Ebî Leyla’ya da yer verilmiş olmasıdır. İbn Ebî Leyla başlangıçta Hanefi ihtilaf edebiyatında görüşlerine yer verilen biri olsa da belirli bir tarihten sonra hele de sistematik bir biçimde kendisine atıfta bulunulan biri değildir. Bu olgu Te’sîsü’n-nazâir’in 5./11. yüzyıla ait olduğu iddiasını ihtiyatla karşılamayı gerektirmektedir. Eğer müellifin özel bir ilgisi yoksa İbn Ebî Leyla’nın isminin ihtilaf tarafı olarak zikredilmesi bu eserin daha erken bir döneme ait olduğunun bir işareti olarak yorumlanabilir. Her durumda şu anki bilgimize göre Nesefî’nin ihtilafları mezhep-içi ve mezhepler arası ikili birleşimlerle sunma şeklindeki formülün ilhamını Te’sîsü’n-nezâir’den aldığı söylenebilir. Ebu Hafs Ömer Nesefî’nin el-Manzûme fi’l-Hilâfiyyât adlı eseri, fıkıh konularının tümünü kuşatmayı hedefleyen gerçek bir ihtilaf eseridir ve bu çalışmada ihtilaflar şu 10 başlıkta (bâb) ve şu taraflar arasında kaydedilir: 1. Ebu Hanife’nin İki Ashâbına Aykırı Görüşü 2. Ebu Yusuf ’un İki Ashâbına Aykırı Görüşü 3. Muhammed’in İki Ashâbına Aykırı Görüşü 4. -Muhammed’in Görüşünün Olmadığı Durumda- Ebu Hanife’nin Ebu Yusuf ’a Aykırı Görüşü 5. -Ebu Yusuf ’un Görüşünün Olmadığı Durumda- Ebu Hanife’nin Muhammed’e Aykırı Görüşü 6. -Ebu Hanife’nin Görüşünün Olmadığı Bir Durumda- Ebu Yusuf ’un Muhammed’e Aykırı Görüşü 7. Üç İmamın Ayrı Görüşe Sahip Olduğu Durumlar 8. Züfer’in Üç İmamızdan Ayrıldığı Meseleler 9. Şafii’nin Ashâbımızdan Farklı Düşündüğü Meseleler 10. Malik’in [Ashâbımızdan Farklı] Cevapları Bu on başlığın (bâb) altında 54 fıkıh bölümü (kitâb) -ihtilaf mevcutsa- sıralanmaktadır. Yani her bir bâbın altında tüm fıkıh bölümleri (kitaplar) tekrar edilmekte ve ilgili bölümde eğer mevcutsa ihtilaflar zikredilmektedir. Mesela birinci bâbda Ebu Hanife’nin iki öğrencisinden ayrıldığı görüşler namaz-zekat-oruç-hac….-kerahiye gibi 54 fıkıh bölümünde verilmekte ardından Ebu Yusuf ’un Ebu Hanife-Şeybânî’den ayrıldığı görüşleri aynı bölümler tekrar edilerek sıralanmaktadır. Böylece teorik olarak 10x54=540 başlık açılmış olmaktadır (Ancak gerçekte her teorik başlık altında mesele bulanmadığı için fiilen 300 civarında başlık açılmıştır). Nesefî daha sonra bu manzum metnini delilleri ekleyerek şerh etmiş ve ona da Hasru’l-mesâil ve kasru’d-delâil adını vermiştir. Üsmendî Muhtelefü’r-rivâye’sinde Nesefî’nin el-Manzûme’de ve şerhi Hasru’l-mesâil’de izlediği 10 bâb-54 kitâb birleşimini değiştirmeye karar vermiş ve 54 bölüm (kitâb) altında 10 bâbı tekrar etmeyi tercih etmiştir. Buna göre yine teorik olarak 54x10=540 başlık ortaya çıkmıştır. Yukarıda söylendiği üzere Hasru’l-mesâil ve Muhtelefü’r-rivâye adlı eserlerin konu sırasını değiştiren daha başka bazı tasarruflar da bulunmaktadır. Diğer yandan Muhtelefü’r-rivâye’nin yazarıyla ilgili bir kafa karışıklığı da mevcuttur. Muhtelefü’r-rivâye’nin matbu versiyonu Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin ve Üsmendî’nin adıyla yayınlanmıştır. Bu eseri yayınlayan muhakkik yayınladığı eserin orijinalinin Ebü’l-Leys’e ait olduğunu ama Üsmendî’nin üzerinde tasarruflarda bulunduğunu iddia etmektedir. Ayrıca dipnotlarda Ebü’l-Leys’in orijinal metnine ait olduğunu düşündüğü birtakım karşılaştırmaları çeşitli kaynaklardan yaptığı alıntılarla ispat etme gayretine girmiştir

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0