Prof.Dr. Soner DUMAN 2024-01-31


Bu mübarek günde şu üç âyet üzerinde tefekkür edelim:

"Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.

İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böylece mühürler.

(Resûlüm!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah'ın vâdi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!" (Rûm 30/58-60)

Bu âyetler bizlere ne mesajlar veriyor? Kısaca bir bakalım:

a) Rabbimiz Kur'an'da aklını kullanan her insanın iman etmesini, hak ve hakikati görmesini sağlayacak her türlü delile, açıklamaya, örneğe yer vermiştir. Demirle mıknatıs arasında nasıl bir ilişki varsa Rabbimizin kelâmı olan Kur'an ile insanın ruhu arasında da aynı ilişki vardır. Ön yargılarından arınarak Kur'an'ı okuyan, üzerinde düşünen, araştıran bir kimse muhakkak onun hak ve hakikat olduğunu görür.

b) Kur'an, iman için her türlü delili içinde barındırdığı halde ona iman etmeyenler, delil yetersizliği sebebiyle inkâra saplanmış değillerdir. Onlara duyu organlarıyla algılayabilecekleri, elle tutup gözle görebilecekleri açık mucizeler gösterilse bile onlar yine peygambere ve iman edenlere "hayır, siz doğru yolda değilsiniz, sizin yolunuz bâtıldır" diyeceklerdir. Gerçek şu ki inkâra şartlanmış olan birine hiçbir delil fayda vermez.

Bazen müminler, karşılarındaki kimselerin iman etmesi için "bir mucize" olmasını çok temenni ederler. "Keşke şöyle olağanüstü bir şey olsa da inkârcılıkta direnen şu şahıs iman etmek zorunda kalsa..." Peygamberimiz (s.a.v.) de zaman zaman bu duygulara kapılmıştı. Şu âyetler bu düşüncenin doğru olmadığını gösteriyor:

"Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!" (el-En'am 6/35)

c) Allah bir insanın kalbini işte bütün bu süreçlerin sonunda mühürler. Nasıl ki mühür vurulan şey artık devre dışı kalır ve kullanılamaz hale gelirse bir insan da Allah'ın kitabına karşı kayıtsız kalır, onun üzerinde düşünmez, Allah'ın kendisine verdiği akıl nimetini gereği gibi kullanmazsa Allah da kişinin kullanmadığı bu aklını devre dışı bırakır. Artık o kişiye ne yapsanız, hangi delili getirseniz nâfile!

d) Bu gerçek karşısında bir mümine düşen kendi inancı üzerinde sabır ve sebat göstermek, yılmamaktır. Allah'ın vaad ettiği şeylerin hepsi günü ve zamanı gelince bir bir gerçekleşecektir. Zaman ne kadar uzun sürerse sürsün her gelecek olan şey yakındır. Öyleyse sabır ve sebat üzere olmalı, yılmamalı.

e) Allah'a, ahirete, Kur'an'ın âyetlerine inanmayanların umursamaz tavırları olur. Onlar yeri gelir duymazdan gelirler, yeri gelir iman edenlerle ve onların iman ettikleri şeylerle dalga geçerler. Bazen bu durum müminlerin iç dünyalarında bir eziklik ya da burukluğa yol açar. Hele de yakın çevrede ve tanıdıklarda bu durum varsa söz konusu kırıklık ve burukluk daha da artar. Ancak bu, şeytanî bir vesvesedir. İnanmayanlar istedikleri kadar vurdumduymaz, halden anlamaz bir tavır içinde olsunlar, istedikleri kadar gerçeklere kulaklarını tıkasınlar bu durum bir mümini inandığı gerçeklere karşı hafifliğe, gevşekliğe sevk etmez. Birileri iman etmiyor diye ben iman ettiğim şeylere bağlılıktan vaz mı geçeceğim? Birileri inkâr ediyor diye ben kendi değerlerimden kuşku mu duyacağım? Asla! Sabır ve sebat işte tam da burada lazım.

Rabbimiz imanımızda sabır ve sebat göstermeyi bizlere nasip eylesin. İnkârcıların umursamazlıklarının bizi gevşekliğe sevk etmesinden muhafaza eylesin.

(Soner Duman/2.Muharrem.1445/20.Temmuz.2023/Perşembe)

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0