Prof.Dr. Soner DUMAN 2024-01-31


Bu gece (büyük ihtimal) Allah Resûlü'nün (s.a.v.) doğumunun yıl dönümü. (Büyük ihtimal diyorum, çünkü Hz. Peygamber'in ne zaman doğduğu konusunda siyer kitaplarında bir ittifak yok, farklı rivayetler var. Ama zaman içinde Rebîülevvel ayının 12. gecesi öne çıkmış.)

Bu yazıda mevlid kandilini kutlamanın hükmü gibi konular üzerinde durmayacağım. (O konuda uzunca bir yazım var. Yorum bölümünde bulabilirsiniz.)

Ben bu yazıda şu husus üzerinde durmak istiyorum: Müslümanlar olarak sahiden peygamberimizin (s.a.v.) bizim için neden önemli olduğunu biliyor muyuz? Soru çok sıradan gibi durabilir. Ama hayati öneme sahip bir soru ve her bir müminin kendisine sorması gereken bir soru.

Bu soruya şöyle çarpıcı bir cevap verelim: "Allah'tan başka ilah yoktur" ifadesi, peygamberi devre dışı bıraktığınızda anlamını ve işlevini yitirmektedir.

Bunu şöyle açıklayalım:

Biliyorsunuz "deizm" diye bir inanç var. Bunlar Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmekle birlikte dinleri, peygamberleri, kitapları kabul etmiyorlar. Bunun sonucu olarak bütün işlevi evreni yaratmaktan ibaret olan bir tanrının varlığını kabul etmekle yetiniyorlar. O tanrı nasıl bir varlıktır? Bu evreni niçin yaratmış? İnsanın bu dünyada görevi ne? Bu hayattan sonra insanı neler bekliyor?

Bütün bu soruların cevabı yok. Söyledikleri tek şey şu: "Bu evren, kendi başına olmamıştır, bir yaratıcısı vardır. O yaratıcı mükemmeldir."

Peki böyle demekle her şey bitti mi? Benim o tanrı ile ilişkim olmayacak mı? O bana bir açıklama yapmayacak mı?

İşte eğer peygamber olmasa insanın Allah inancı konusunda gelebileceği nihaî nokta bu.

Şimdi Allah Resûlü'nün (s.a.v.) bizim için önemini anlıyorsunuz değil mi?

O bize bizi yaratan Rabbimizi, ilahımızı en üstün özellikleriyle tanıttı.

Kendisine indirilen Kur'an'ı bize aktarmakla kalmayıp onu hem sözleriyle hem davranışlarıyla açıkladı.

İnsanın dünyada ne aradığını, görevinin ne olduğunu, kendisini yaratan ile nasıl ilişki kuracağını, ona nasıl kulluk edeceğini, nasıl dua edeceğini en ince ayrıntılarına varıncaya kadar öğretti.

Biz, onun sayesinde Allah'ı tanıdık. Onun sayesinde Allah'ın eşi, benzeri olmayan tek ilah olduğunu öğrendik.

Bize tevhidi ve şirki o öğretti. İmanın ne olduğunu, imanın şartlarını, küfrün ne olduğunu bize o öğretti. Hak ve bâtılı, adalet ve zulmü, hayır ve şerri, ilim ve cehaleti ondan öğrendik.

Takva, sabır, şükür, tevekkül, ihlas, vefa, merhamet gibi duyguları onun sözlerinden, davranışlarından öğrendik.

Putlar önünde secde eden bir kavmi, Allah'tan başkası önünde eğilmeyen başlara sahip bir ümmet haline o getirdi.

Diri diri gömülen kız çocuğunu o kurtardı. Hakları yenilen kadına haklarını o verdi.

Zengini daha çok zenginleştiren, fakiri daha da fakir hale getiren, toplum içinde uçurumlar meydana getiren faiz belasını o ayakları altına aldı. Kan davasına o son verdi. İçkiyi, kumarı, hırsızlığı, adam öldürmeyi terk etmemiz gerektiğini onun aracılığıyla gelen Kur'an'dan öğrendik.

Cennetin anaların ayakları altında olduğunu o söyledi. Allah'ın rızasının babanın rızasına bağlı olduğunu o dile getirdi. İşçinin hakkını alnının teri kurumadan ödemeyi o öğretti. Mazlumun duası ile Allah arasında bir perde olmadığı uyarısını o yaptı.

Hayatımızda iyilik ve güzellik adına her varsa ondan geldi. Hayatımızda kötü giden ne varsa hep onun sözünü tutmadığımız içindi.

Rabbimiz onu öyle bir makama koydu ki, onsuz ne iman, ne islam mümkündü.

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmran 3/31) buyurdu âlemlerin rabbi. Demek ki o resule uymadan "Allah'ı seviyorum" sözü bir yalandan ibaretti. O resule uymadan Allah'ı sevmek de O'nun tarafından sevilmek de mümkün değildi. O resule uymayanı Allah da sevmezdi ve günahlarını bağışlamazdı.

İnsanlar iman etmiyor diye kendisini perişan eden bir resuldü o. Müminlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelirdi. Hayatını hıçkırık ve kahkaha ile değil göz yaşı ve tebessüm arasında yaşayan bir elçiydi. Bizdendi ama bizden farklıydı. Gözü yaşarır, kalbi hüzünlenir ama ağzından Rabbimizin razı olmayacağı bir söz çıkmazdı. Bir şehri fetheder ama şehre muzaffer bir komutan gibi değil, başı göğsünde mütevazı bir kul gibi girerdi.

Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde "şükreden bir kul olmayayım mı?" diyerek ayakları patlayıncaya kadar namaz kılardı. Hasır üzerinde yatar, hasır vücudunda iz bırakırdı da hiçbir zaman rahat döşek, ortopedik yatak derdine düşmezdi.

Âlemlerin Rabbi onu övmüş, insanlar övmese ne yazar? Âlemlerin Rabbi ona tüm âlemlere rahmet olarak göndermiş. Ona sırtını dönen ne kazanır? Yerin ve göğün rabbi "muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzeresin" buyurmuş, onun ahlakından nasibini almayan nasıl kurtuluşa erer?

Onu öven ancak kendisini kurtarmış olur. Ona söven ancak kendisini helak etmiş olur.

Salât ve selâm onun, âilesinin, ashabının ve onun kutlu izinden gidenlerin üzerine olsun. Rabbimiz bizi bu dünyada da âhirette de onun yolundan ve izinden ayırmasın.

(Soner Duman/11.Rebîülevvel.1445/26.Eylül.2023/Salı)

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0